Anasayfa USİAD Bildiren Prof. Dr. Cihan Dura Yazdı: "AKP’Yİ İKTİDARDA TUTAN KREDİ KARTLARI MI?"
Prof. Dr. Cihan Dura Yazdı: "AKP’Yİ İKTİDARDA TUTAN KREDİ KARTLARI MI?"

Türkiye’de AKP iktidarının başta gelen icraatlarından biri, tüketici kredileri ile kredi kartları kullanımında yarattığı büyük patlamadır. Böylece halkımız gelecekteki kazançlarını şimdiden harcamaya, ciddî ve tehlikeli bir şekilde borç altına girmeye başlamıştır. Borçlar şu işlemlerden kaynaklanıyor: tüketici kredileri (konut, taşıt, diğer), taksitli alışverişler, yasal takipteki kart borçları.

2002-2010 arasında tüketici kredisi borçlusu sayısı yedi kat artarak 1,6 milyondan 11,3 milyona yükselirken, tüketici kredisi borcu da muazzam bir artışla 2,8 milyar TL’den 122,2 milyar TL’ye tırmanmıştır. Ağustos 2007 itibariyle yarım milyondan fazla yurttaşımız kredi kartı mağduruydu. Hanehalklarının bankalara olan toplam borcu yaklaşık 80 milyar YTL idi.

Biraz daha yakın geçmişe bakarsak, 2011’de Türkiye nüfusunun yarısından fazlasının (yüzde 56) bankalara borçlu durumda olduğunu görürüz. 2007’de yaklaşık 28 milyon olan bankaların kredi müşterisi sayısı 2009 yılında 38 milyonu aşmıştı. Bugün tüketicilerin bankalara toplam borcu en az 216 milyar TL’dir (Ocak 2012). Sayıları 30 milyonu aşan kredi kartı müşterisi vatandaşların borçları 2011’in Eylül sonu itibariyle 55 milyar TL'ye yükselmişti.

Tüketicilerin büyük bir kısmı kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemediği için bankalar tarafından takibe alınmış bulunuyor. Eylül 2011 sonu itibariyle 768 bin kişi tüketici kredisi, 1 milyon 430 bin kişi de kredi kartı borcunu ödeyemediği için bankaların takibindeydi. Bir diğer kaynağa göre Şubat 2012 itibariyle, kredi kartıyla geçinmek zorunda kalan 6 milyondan fazla yurttaşımızın dosyası icra takibinde…

Türk Halkının Geleceği İpotek Altına Alındı

Peki, bütün bu istatistik veriler ne anlama geliyor? Şu anlama elbette: Yaklaşık 10 yıldır, yalnız devletimiz değil, özel sektörümüz değil, artık halkımız da borç batağına gömülmüş bulunuyor. Devletimiz Turgut Özal’ın ANAP iktidarı zamanında, özel sektör ve halkımız Recep T. Erdoğan’ın AKP iktidarında bu duruma düşürüldü. Türk halkının geleceği ipotek altına alındı. Sinan Aygün’ün dile getirdiği gibi[1]: "Özel sektörün ve vatandaşların borçlanmalarına ilişkin rakamlar gösteriyor ki Türkiye üretmeden tüketiyor… Türkiye’de şu anda ‘borçla Lale Devri’ yaşanıyor. Ev borçla alınıyor, içerisindeki buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi, halı başka bir borçla alınıyor. Otomobil borçla alınıyor, otomobilin benzini lastiği de kredi kartına borç yapılarak alınıyor. Çocuk okula borçla gönderiliyor. Bedelli askerlik sayesinde artık vatan borcu da banka borcuyla ödeniyor. İşletmeler personelinin maaşını, vergi borcunu, sigorta borcunu borçla ödüyor. Hatta gerek işletmeler gerekse vatandaşlar, alabildikleri sürece borçlarını da borçla ödüyor."

Bu borçlanma furyası, “yurttaşların, henüz kazanmadıkları paraları harcamaları”, literatürde “sürekli borçlanma ekonomisi” kapsamında yer alıyor. Önemli etkilerinden biri şu: Halk, örneğin Türk halkı; çiftçi, işçi ve memur reel gelirinde meydana gelen düşüşün etkisini kısa vadede daha hafif hissediyor, hatta hissetmeyebiliyor. Reel gelirler düşerken, tüketici kredisi ve kredi kartı kullanımı sayesinde yaşam standardını yükselten harcamalar bile yapabiliyor[2]. Yurttaş kendini mutlu hissediyor. Ne var ki uzun dönemli olarak bakarsak, aslında bu bir “yalancı mutluluk”tur, “yalancı bir refah artışı”dır, bedeli zamanı gelince pahalı ödenecektir. Çünkü o mutluluk da, refah artışı da kat kat geri alınacaktır. Bu açıdan bakınca Yunanistan’da iktidar partisi PASOK’un üyelerinden Anna Karamanou’nun şu ifadesi büyük anlam kazanıyor: Türkiye’de bugün insanların banka kredileriyle yaşadıklarını biliyorum. Yunanistan krize böyle sürüklendi. Dilerim, Türkiye’nin akıbeti Yunanistan’ınki gibi olmaz[3].

Yurttaşlarımızın Bankalar Tarafından Soyulduğu Bir Gerçektir

Halkımızın yaptığı borçlar yakından incelenirse, bir diğer çarpıcı gözlem de “yurttaşlarımızın bankalar tarafından soyulduğu” gerçeği oluyor. Çünkü bankalar fahiş kredi faizleri uyguluyor, haksız ücret taleplerinde bulunuyor. 2001 krizinin ardından düze çıkıp, bir yandan da yabancıların eline geçtikçe bu kurumlar halkımızı adeta kazıklamaya başladı. Şöyle ki:

i)Dünyada en yüksek kredi kartı faiz oranı uygulaması Türkiye’dedir.

ii) Bankalar yasal olmadığı halde kredi kartlarından “yıllık ücret” alıyorlar (“Haksız şart” ve “sebepsiz zenginleşme” sayılarak bu uygulamanın önü artık kesiliyor).

iii) Havale ücretleri çok yüksek: Örneğin, 50 TL’lik bir havale için 20 TL komisyon alıyorlar.

iv) Faizleri aylık olarak ilan ediyorlar. Bu uygulama tüketicinin gözünü boyamakta, onu yanlış karar almaya sevk etmektedir.

v) Kredi kartlarında asgarî ödeme uygulaması da tüketiciyi aldatmaya, onu daha yüksek faiz öder hale getirmeye yönelik bir “tuzak”tır. Çünkü geri ödemeyi kolaymış gibi gösterip tüketiciyi zincirleme, kat kat borçlanma sarmalına itiyor. 500 TL harcama yapan tüketici sadece 50 TL geri ödeme yükümlülüğünü kendisine sağlanmış büyük bir kolaylık zannediyor, oysa yanılıyor. Buz dağının sadece su üzerindeki kısmı gösteriliyor ona!... Çünkü kalan 450 TL'ye de faiz işleyecektir. Dolayısıyla tüketicinin borcu giderek katlanacak, sonunda temerrüt durumuna düşecek; süreç hacizler, bunalımlar ve benzeri dramlarla sonuçlanacaktır. 2007 verilerine göre Türkiye’de 25 milyon kredi kartı kullanıcısından 20 milyona yakını bu yöntemle, yani sadece asgarî miktarı ödeyerek borcunu erteletmişti. Bu uygulama, tüketicilerin faizin sürekli işlemesine izin vermeleri, kendilerini bankaların sömürüsüne terk etmeleri anlamına geliyor.

Öte yandan, vatandaş, çiftçi, sanayici ve tüccarlar kredi borçlarını ödeyemeyince binlerce ipotekli konut, arsa, tarla, fabrika ve dükkân gibi gayrimenkuller bankaların eline geçmektedir. Bankalarda bulunan gayrimenkullerin arasında müstakil ev, ahşap ev, kerpiç ev, villa, konak, apartman dairesi, apartman, otel, pansiyon, fabrika, imalathane, atölye, cam sera, akaryakıt istasyonu, otel, lokanta, depo, garaj, dükkân, ofis, işhanı, arsa tarla, sera, çiftlik, bağ, elma, zeytinlik, meyve, fındık, incir, narenciye bahçesi gibi yüzlerce gayrimenkul bulunuyor.

Sayın Prof. Dr. Esfender Korkmaz bir yazısında günümüzdeki durumu şöyle değerlendiriyor: Türkiye’de kredi kartı sayısı 70 milyon… Avrupa Birliği ortalaması kadar... Kredi kartı borcu yüzünden “sanal tefeci”ler oluştu. Kart borçlusu, borç taksitini ödemek için yüksek faizle avans çekmek zorunda kalıyor. Asıl sorun da burada başlıyor. Bankalar bu avanslardan yıllık yüzde 25.44 faiz alıyor (Gecikme faizi yüzde 31.44, Dolar faizi yüzde 26.4). Kredi kartları faizinden yüzde 300 kâr sağlıyorlar. Bu faizler aylık yüzde 2-2,5 civarında gösterilerek, halktan gizleniyor. Bunlar tefeci faizi değilse, nedir? Faiz girdabına kapılanlar sonuçta kart mağduru oluyor[4].

Türk Halkının Önemli Bir Bölümü Borç Batağında

Yukarda açıkladığım gerçekler göz önüne alınırsa, Türk halkının önemli bir bölümünün, en olumsuz koşullar içinde gırtlağına kadar borca batmış durumda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hemen belirteyim ki bu tablo sadece ekonomik bir olay değildir. Ağır borçluluğun çok önemli siyasal bir sonucu vardır. Bazı yazarlar AKP’nin son 2007 seçiminde %47 gibi büyük bir oy oranına ulaşmasını, bu faktörle açıklamıştır. Söz konusu yazarlardan biri de iktisatçı Selim Somçağ… Analizini aşağıda özetliyorum[5]:

22 Temmuz seçimlerinde AKP nasıl olup da oylarını artırdı? Sorun, özünde ekonomik. Bir yandan, 2000 yılından beri uygulanan IMF programları Türkiye'de işsizliği üç katına çıkardı, ücretlilerin alım gücünü yarıya, köylününkini üçte bire düşürdü. Bir avuç spekülatör ve ithalatçı dışında bütün Türkiye II. Dünya Savaşı’ından beri görülmemiş derecede yoksullaştı. Öbür yandan, 2002'den itibaren ortaya çıkan ABD kaynaklı küresel para-kredi patlaması sayesinde Türk halkı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş derecede borçlandı, eksilen kazancın yerini borç para aldı. Son dört yılda şehirlerde veya köylerde orta direk veya üstünde olup da ihtiyaç, taşıt, konut kredisi almayan birini mumla aramak lâzım. Şu anda bütün Türkiye'de mülk sahibi köylünün ya tarlası ya da traktörü ipotek altındadır.

Kısacası Türkiye artık bir borçlular ülkesidir.

Peki, bu ağır borçluluğun seçim sonucuyla ilgisi ne? Gayet açık: Gırtlağına kadar borca giren vatandaş, eğer döviz kurları veya faizler yükselirse, bankaya olan borcunun kendisini yutacak bir girdaba dönüşeceğini çok iyi biliyor. Eskiden vatandaş döviz fırlayınca benzinin, mazotun zamlanmasından korkardı; şimdi ise döviz krizi bir ölüm kalım sorunu haline geldi. Şubat 2001'deki gibi bir kriz patlarsa evini, arabasını, tarlasını kaybedeceğini, bütün hayatının alt üst olacağını iyi biliyor. İnsanın ihtiyaçları hiyerarşiktir ve ilk kaygısı da hayatta kalmak, malını, mülkünü, işini, düzenini muhafaza etmektir. Seçim sonucunu işte bu ilk kaygı belirlemiştir.

Bir önemli husus da şudur: Halk aslında içinde bulunduğu durumdan memnun değildir, 2000 yılı öncesinin özlemini duymaktadır. Geliriyle geçinmek varken, kim borç yükü altına girmek ister? Geliri düştüğü için borçlanmak zorunda kalan vatandaş hayatıyla kumar oynadığının, bıçak sırtında yaşadığının farkındadır. Ancak mevcut düzenin aleyhinde oy kullanması için karşısına güvenilir bir siyasal seçenek çıkması gerekiyordu ki o seçenek çıkmamıştır.

Sayın Somçağ’ın analizi ve savunduğu görüş elbette 12 Haziran 2011 seçimleri için de geçerlidir. Büyük olasılıkla ilk genel seçimlerde de durum değişmeyecektir. Kanı’mca halkımız epeydir şöyle bir muhakeme yapıyor ki bu aslında bir dedüktif yanılmadır: Madem zorunlu ihtiyaçlarımı borçlanarak da olsa karşılayabiliyorum ve mademki iktidarda AKP var, öyleyse bu imkânı bana sağlayan AKP’dir. Aman, iktidardan gitmesin ki düzen bozulmasın, şu an ki rahatım bozulmasın. Öyleyse, ona oy vermeye devam edeyim, ona oy vereyim.

İşte ufak da olsa bu tutumun somut bir kanıtı[6]:

12 Haziran 2011 seçimleri sonrası… Basında bir haber: HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu, oyu yüzde 0,3'de kalan partisini kapatma kararı verdi.

Bu habere bir seçmenin yaptığı yoruma bakın:

- Paşam, aslında ben de HEPAR’lıydım ama mecburen AKP’ye oy verdim. Çünkü ekonomik istikrar meselesi… Hepimizin bankaya borcu var, mecburuz, düzen bozulmasın diye… Neyse, emeğine sağlık...

Diyeceksiniz ki bir olgu tek bir faktörle açıklanabilir mi? Elbette açıklanamaz. AKP’nin başarısını açıklamak için çok değişkenli bir fonksiyon kurmak zorundayız. Yaptığı hizmetler, “sadaka” dağıtımı, muhalefetin yetersizliği, Batı desteği, seçim hilesi,... gibi değişkenlerden her birinin belli bir payı vardır olgunun açıklanmasında. Ben bu yazımla açıklayıcı faktörlerden birine, "halkın borçlanma sendromu"na dikkat çekmek istedim. Keşke bir iktisatçımız çıksa da ilgili değişkenleri –olabildiği kadar-  ölçülebilir kılarak, hangi faktörün ne oranda rol oynadığını ortaya koyabilse... (Ara başlıklar tarafımızca konulmuştur)

 


[1] "Türkiye Borçla Lale Devri Yaşatıyor", Cumhuriyet, 4.12.2011.

[2] Yıldırım Koç, “Tüketici Kredileri ve İşçi Sınıfının Durumu”, Aydınlık, 4.2.2012.

[3] http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=10273 (27.2.2012)

[4] E. Korkmaz, “Kart Mağdurlarını Tefeci Faizi Yaratıyor”, Yeniçağ, 20.12.2011

[5] S. Somçağ, “Seçimi Doğru Okumak”, www.selimsomcag.org (8.8.2007)

[6] http://www.olay.com.tr/haber/siyaset/hepar-kapaniyor-74187.html (23.6.2011)

 

Prof. Dr. Cihan DURA

 

USİAD Bildiren Dergisi 48. Sayı

Derginin tamamını okumak için tıklayın.

 

 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam