Anasayfa USİAD Bildiren Ümit Ragıp ÜNCÜ: “Borların ‘AKP Usulü Özelleştirilmesine’ Karşı Çıkacağız”
Ümit Ragıp ÜNCÜ: “Borların ‘AKP Usulü Özelleştirilmesine’ Karşı Çıkacağız”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca hazırlanan ve Bakanlar Kurulu tarafından imzalanarak 5 Mart 2012 tarihinde Başbakanlığa iletilen “Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” 20 Mart 2012 tarihinde Meclis Başkanlığı’na gönderildi.

Bor yasa tasarısının gerekçesinde ayrıca, 2840 sayılı kanundaki “devlet eliyle işletme” kavramının tartışmalı hale geldiği, farklı görüşlerin ortaya çıktığı, bu nedenlerle bu madenlerden beklenen gelirin sağlanmadığı savunuluyor.
Bu çerçevede biz de konuyu Maden Mühendisi Ümit Ragıp Üncü ile konuştuk.


-Bor, toryum ve uranyum madenlerinin hizmet alımı yöntemiyle özel sektöre devri, madenlerin yüksek stratejik önem ve değeri dikkate alındığında, ne gibi sonuçlar doğurur?

Toryum ve Uranyum Nükleer hammaddeleridir. Bu madenleri eğer bir nükleer politikanız ve bir nükleer tesisiniz var ise işletmek durumundasınız, yoksa bir takım gelişmiş ülkelerin nükleer hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için değil. Bu gün Ülkemiz de iyi hesaplanmamış, acele alınan gizli saklı kararlar ile bir nükleer enerji tesisi yatırımı söz konusudur. Bu santralin teknolojisi, nükleer yakıt cinsi vs. gereksinimleri neye göre karar alınmıştır. Bir ülke size anahtar teslimi bir nükleer tesisi kuracak ve siz bu tesis ile ilgili kararlarda söz sahibi olmayacaksınız ve bu ülke size elindeki bir denenmişliği tartışılan bir paket nükleer enerji tesisi kuracak. Şimdi bilgi internet ortamında göreceli olarak daha ulaşılabilir bir yapıdadır. Bir kısım ülkelerin ve bir kısım bilim insanlarının, uranyum yakıtlı nükleer santrallerin kaza riski, atık yakıtı depolama sorunu plütonyumca zengin atığın atom bombası yapılabilme sürecini doğrudan içerdiği gibi hususların günümüzün ve geleceğin en büyük tehditleri olduğundan bahisle yeni ve daha tehlikesiz, riski daha da azaltılmış bir takım nükleer tesis çalışmaları yaptığı bilinmektedir. Bu çalışmaların en önemlilerinden biri toryum bazlı santraller bir diğeri ise bor ve uranyum atomlarının farklı çarpıştırma metotları ile nükleer tehlikesi azaltılmış santrallerdir. Bu çeşit santrallerin 2030-2040 yıllarından itibaren devreye alınması çalışmalarının sürdürüldüğü gözlenmektedir.
Bor madeninin enerji alanında bir takım uygulamalarının da başladığı bilinen bir gerçektir. Nedir bunlar; örneğin araç yakıtı olarak alternatif yakıt teknolojisi çalışmaları, enerji depolaması açısından bor içerikli piller ve bataryalar, bor izotopu kullanan Tokamak türü santraller, belki de gelecekte bor elementinden enerji santralleri kurulması bile gündeme gelecektir. Bugün bor hidrit yakıt pilleri yapılıyor, bor temelli bataryalar artık cep telefonları, dizüstü bilgisayarlar gibi ileri teknoloji ürünlerinde kullanıl­maya başlıyor. Bor Motorları Elementer boru saf oksijenle yakıyor, elementer bor yakıldıktan sonra atığı  ayrı bir haznede tutuluyor çünkü biriken atık B2O3 yani bor. Bugün teknolojide geldiğimiz nokta da cep telefonları ile görüşme yapma dışında, uzay yolu filmlerindeki gibi bilgisayarlara bağlanıp her türlü işlemi gerçekleştirip film seyredebiliyoruz, GPS olarak kullanabiliyoruz vs. bir Blu-ray DVD ye ise neredeyse milli kütüphaneyi sığdıracak hale geldik. Bu olanları 50 yıl evvel söyleyebilseydiniz kimse size inanmazdı deliye bak derlerdi. Olsun bize yine deliye bak desinler, 40-50 yıl sonra Borların dünyanın en önemli enerji hammaddesi olmayacağını kim öne sürebilir. Hali hazırda ülkemizin araştırılan rezervleri dünyaya 500 yıl yetiyor, bu yüzyılın başında keşfedilen petrolün ömrü önümüzdeki yüzyıla yetmeyeceği artık gün gibi aşikâr o halde yeni enerji kaynaklarından biri de neden Bor olmasın?

“BU DEVİR
GELECEĞİMİZİ ULUSLARASI ŞEBEKELERE TESLİMİN ÖN ÇABASIDIR”

Şimdi bütün bu yukarıda özetle anlatmaya çalıştığımız hususlara baktığınızda bor, toryum ve uranyum madenlerinin hizmet alımı yöntemiyle özel sektöre devri geleceğinizi tamamen uluslararası şebekelere teslim etmenizin öncü çalışmalarından başka bir şey değildir. Gelecekteki enerji planlamaları ülkelerin bağımsızlıklarına korumakla birebir eşdeğerdir, gerçi petrol kaynaklarına sahip göreceli de olsa bazı bağımsız ülkeler özgürleştirme adı altında saldırılara uğramış ve kaynaklarının kontrolleri tamamen emperyal amaçlı saldıran ülkelerin kontrolüne alınarak ele geçirilmiştir. Eğer bir gün gelecekte ki görünen odur (hidrokarbon kökenli kullandığımız enerji kaynaklarının ömrü çok azalmıştır)  hidro karbon kökenli enerji yerini alternatif enerji sistemlerine ve kaynaklarına bırakacaksa, toryum ve bor en önemli alternatif kaynak olma özelliklerinden dolayı başat rolünde olacaklardır. Siz bu kaynakları geleceği planlamadan, gelecek hesabınızı yapmadan, bilime, mühendisliğe, bilim insanına ve mühendise kulak vermez iseniz, günü kurtarmak amacı ile şu veya bu şekilde üretelim derseniz, geleceğinizi ipotek altına alırsınız, bağımsızlığınıza set çekersiniz. Maden Mühendisleri Odasının 50 aşkın bir süredir söylediği bir söylem vardır “Doğal Kaynakların Gerçek Sahibi Halktır” diye. Gelecek Nesillerin Mirasını bugünden mirasyedi gibi bitirmenizi gerektiren zaruri bir durum söz konusu değildir, o halde torunlarımızın mirasını bugünden yarına koruyup kollamak da bizim neslimizin görevidir.
Bor, toryum ve uranyum madenlerinin hizmet alımı yöntemiyle özel sektöre devri, madenlerin yüksek stratejik önem ve değeri dikkate alındığında, ne gibi sonuçlar doğurur? sorusunun karşılığı şudur; “Gelecek nesillerin sahibi olacağı tam bağımsız bir ülke olmak yerine her şeyi ile emperyal emellerine bağlandığınız kapitalistlerin düzenine ayak uyduran her yönüyle tam bağımlı bir ülke olursunuz.”

-
“Devlet eliyle işletme” kavramının bugüne kadar uygulamada yol açtığı sorunlar oldu mu, varsa neler?

2011’yılına geldiğimizde Türkiye dünya bor tüketiminin miktarca % 45’inden fazlasını karşılamaya başlamıştır. Pazar payında kısa süre içinde artış sağlanmıştır. Bu artışın nedeni hammadde üretimindeki artış değil rafine ve kimyasal ürün üretimindeki artıştan kaynaklanmıştır.
Bor madenleri birbirini ikame edebildiği için, Etibank'ın dünya piyasalarında etkili olması, ancak rakibi US Boraks gibi, tekel konumunda olması ile mümkün olabilirdi. Etibank bor üretiminde ve pazarlanmasında tekel olduktan sonra katma değeri yüksek bor türevlerini üretmeye yöneldi. Boraks dekahidrat, penta hidrat, borik asit, sodyum perborat, sodyum perborat monohidrat v.b ürünleri üretip ihraç etmeye başladı. Bunun yanında dünya bor piyasasını çok yakından izlemeye başladı. 1978 yılında toplam 83 milyon dolar olan bor ihracatımız, 2011 yılında 850 milyon dolara ulaştı. Tek elden pazarlamanın verdiği avantajla tonu 40-60 dolardan satılan ham bor bugün hemen hemen hiç satılmaz iken, rafine ve kimyasal ürünler ise 800 doları bulan fiyatlar ile satılmaktadır. Bugünkü adı Eti Maden olan bor işletmeleri’nin katma değer üretimini arttırmaya yönelik rafine ve kimyasal ürün yatırımları sonucu Türkiye % 100 ham cevher satan ülke konumundan % 90 rafine ve kimyasal ürün satan ülke konumuna geldi.
Eti Maden bor işletmeleri bütün bunların sonucunda dünya bor pazarının % 40'ını kontrol eder hale geldi. Aracıları ortadan kaldırarak doğrudan tüketicinin kapısına mal ve ürün verebilecek kendi pazarlama ağına kavuştu. Özetle söylenecek olursa 1978 yılı öncesi, bu sektördeki yerli ve yabancı özel işletmeler fiyatlarda büyük indirimler yaparak birbirlerinin pazarını kapma yarışına girmişlerdir. Ancak çok kalitelilerinin çıkartılıp diğerlerinin yeraltında bırakıldığı, ciddi yatırım yapılmadan çevreye, doğaya, tarıma herhangi bir özen gösterilmeden yapılan iptidai denecek şekilde madencilik faaliyetleri yapılmış ve ülke büyük miktarda döviz kaybettiği gibi yer altı servetleri ucuz fiyatlarla yabancıların hizmetine sunulmuştur. Ülkemize 2011 yılında 875 milyon dolar kazandıran ve yakın gelecekte de milyar dolarları hedefine koyan Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğünce işletilen bor madenlerimizi ele geçirmek için geçmişte olduğu gibi, bugün de çeşitli senaryolar düşünenler olabilir. Zaten bor madenciliğimizin 150 yıllık serüveni hep bu tip cinliklerle doludur.

“150 YILDAN BU YANA SÜRDÜRÜLEN CİNLİKLERİN VE HİNLİKLERİN SON AŞAMASI”

-Peki, “devlet eliyle işletme” kavramının bugüne kadar uygulamada yol açtığı sorunlar oldu mu, varsa neler?”

Evet, bor madenlerini devlet eliyle işletmek çok çok büyük sorunlara yol açtı. Açtı da kime açtı, 1978 öncesi, bor madenlerini işleten küçük sermayeli Türk aile madencilik şirketlerine açtı, İngiliz şirketine açtı. Çünkü bor ile ilgili ileri ürün yatırımlarını yaparsanız, bor üretimini ve pazarlamasını tek elde devlet elinde toplarsanız rezervlerinizin nasıl 600 milyon tonlardan 3,5 milyar tona geldiğini ve dünya bor rezervlerinin % 72’sinin elinizde olduğunu, tonu 15-25 dolara satılan bor madeninin nasıl tonu 800 dolarları bulan rafine ve kimyasal ürünlere dönüştüklerini, fiili üretimdeki payınızın % 40’lara dayandığını ve toplam ihracat gelirinizin 70-80 milyon dolardan 850 milyon dolara geldiğini, size hiçbir zaman vermedikleri rafine ürün ve kimyasal ürün teknolojilerini, patent know-howlarını nasıl kendi bilim insanlarınız ve mühendisleriniz ve işçileriniz ile yarattığınızı ortaya koymak İngiliz şirketinin ve onun yerli işbirlikçilerinin ülkeyi nasıl ucuza kapattıklarının ortaya çıkarılması ile halkın gözünün açılması sorununu açmıştır. Kapitalizm açısından “sömürdükleri halkın gözünün açılması” ve “sömürdükleri halkın madenlerine sahip çıkması” bu en büyük sorundur ve bu sorun kapitalizm açısından öyle ya da böyle çözülmesi gereken bir sorundur. Bu yüzden bugün TBMM gündemine getirilen 2840 sayılı yasada küçük bir düzenleme yapmak ile başlatılması planlanan büyük oyuna “Bor” madenlerimiz ile ilgili 150 yıldan bu yana sürdürülen cinliklerin ve hinliklerin son aşamasıdır diyebiliriz.

-Türkiye kamu elindeki bor tuzlarını genellikle basit işlemle hammadde düzeyinde değerlendiriyor.  Özel sektör bor, trona gibi madenlerde “yüksek katma değerli” üretim ve nitelikli ürün beklentisini karşılayabilir mi? Ne ölçüde?

Eti Maden elindeki bor rezervlerini basit işlemlerle değil aksine kimyasal süreçler içeren prosesler ile nitelikli uç ürün üretme politikasını benimsemiş olarak her sene bir adım daha ileriye atarak ilerlemektedir. Doğaldır ki bu ilerlemeler kolay olmamaktadır. Yeterli bilgi birikimine sahip olduğunuz halde istediğiniz makine, ekipman ve donanımı temin etmekte her zaman önünüze güçlükler çıkarılmaktadır. Bütün bu sorunlara rağmen Eti Maden bir devlet kuruluşu olarak çabalarını ve mücadelesini işçisi ile mühendisi ile sürdürmektedir.
2840 sayılı kanunun 2. maddesinde değişiklik öngören kanun tasarısı 20 Mart 2012’de Bakanlar Kurulunca TBMM Başkanlığı’na sevk edildiği bilinmektedir. Gerekçesinde ayrıca, 2840 sayılı kanundaki “devlet eliyle işletme” kavramının tartışmalı hale geldiği, farklı görüşlerin ortaya çıktığı, bu nedenlerle bu madenlerden beklenen gelirin sağlanmadığı savunuluyor. Soru ile beraber bu gerekçeyi yukarıda ki hep değerlendirdik. Bugün 850 milyon dolar ihracatınız ve 875 milyon dolar (25 milyon dolar iç satış) toplam satışınız var ise sorunun iç tüketimde olduğu açıktır. Türk Özel Sektörünü yurt içinde bor kullanan sanayileri kurmasının önünde bir problem mi vardır? Türk Özel Sektörü niye bor madenini kullanan yüksek katma değerli ileri teknolojik ürün yatırımlarını yapmıyor, yoksa birileri onlara da bu teknolojik yatırımların imkânını vermiyor, geçmişte Eti Maden İşletmeleri’ne yaptıkları gibi.

“SOĞUMAYA BIRAKILAN PLAN YENİDEN DEVREDE”

2020’li yıllarda bor piyasasında tek etkin kuruluşun Eti Maden olacağı bir gerçektir. Bu gerçek 1995’li yıllardan sonra gözükmeye zaten başlamıştı. Ülkemizdeki bor madenlerinin mineralojik yapısı, cevher yataklarının durumu ve konumu, pazara yakınlık vs. nedenlerden dolayı bor üretici firmalar Eti Maden gibi bir devle uğraşmanın çok zor olacağının farkındaydılar. Bu nedenle en iyi mücadele yöntemi onu mümkün olursa kontrol edebilecek oranda ele geçirmek veya parçalayarak gücünü azaltmaktır. Buna paralel sayılabilecek ikinci bir düşünce yurt içinde gelişmiştir. Birçok firma (buna 1978 öncesi işleticiler de dâhil) bu altın yumurtlayan tavuğa az ya da çok oranda sahip olmak için mücadele vermeye başladılar. Bire mal edip yirmiye satacağımız bir ürünün kaynağına kim sahip olmak istemez ki? Üstelik öyle bir mal ki canınız isterse tesisi satın aldığınız değerin çok üstünde bir fiyatla hazır bekleyen uluslararası firmalara hemen satabilirsiniz!

 

 

2000 yılının sonunda devletin resmi gündemine borların özelleştirme idaresine devri girdi, ancak ilk toplumsal tepkiler nedeniyle gündemden hızla çıktı. Gerçekten çıktı mı? Çıkmadı, ancak soğumaya bırakıldı. Bu pişmiş yemek ısıtılıp ısıtılıp önümüze defalarca gelecekti. Ta ki uygun bir konjonktürde amaca ulaşıncaya kadar. Ancak bu ara verme işlemi çok da uzun sürmedi nitekim 5 Mart 2012 tarihinde 2840 sayılı yasaya bir ilave paragraf ortaya konmuş ve Bakanlar Kurulu’nun imzasına açılmıştır.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç, “Sayın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımızın iki sunumu oldu. Bunlardan birisi ‘Bor Tuzları Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Ham maddelerinin İşletilmesini Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’dır. Bunun özeti, bor tuzları uranyum ve toryum madenlerinin üretim ve zenginleştirme faaliyetlerinin ürün mülkiyeti Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nde kalmak üzere ihale yoluyla üçüncü şahıslara gördürülebilmesi ön görülüyor” demiştir.

Engel neydi 2840 sayılı yasa, bir paragraf ilave edersin kurtla kuzu hikâyesini gerçekleştirirsin. Malum hikâyeyi bilirsiniz. Kuzu dereden su içerken kurt gelmiş, “seni yiyeceğim” demiş. Kuzu “neden?” diye sormuş, “suyumu bulandırdın” demiş kurt. Kuzu “ama ben suyun aşağısındayım, nasıl bulandırırım?” deyince, kurt “olsun ben aklıma koydum ya, seni yiyeceğim” diye yanıtlamış.

Aynen durum bu, kurt kuzuyu yemeyi aklına koymuş bir kere, ancak bizde kurdun bu niyetinin sürekli karşısında direneceğiz ve halkın sahibi olduğunu söylediğimiz BOR madenimizin adı her ne olursa olsun bu yasa değişikliği ile yapılması planlanan Borların “AKP usulü özelleştirilmesine” karşı çıkacağız.

USİAD Bildiren Haber Merkezi/Söyleşi

 

USİAD Bildiren Dergisi 49. Sayı

DERGİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.


 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam