Anasayfa USİAD Bildiren Ümit Ragıp ÜNCÜ: Doğal Kaynaklar ve Ülkelerin Bağımsızlığı…
Ümit Ragıp ÜNCÜ: Doğal Kaynaklar ve Ülkelerin Bağımsızlığı…
Çarşamba, 27 Haziran 2012 10:32

Dünya üzerinde bulunan maden kaynaklarının dengesiz bir şekilde dağılmış olması, bu kaynaklar üzerindeki uluslararası arası çekişmeyi de beraberinde getirmiştir. Maden kaynakları ülkelerin stratejik konumlarını da ortaya çıkartmaktadır. Maden kaynaklarına sahip olan ülkeler diğer ülkelere göre daha avantajlı görünmelerine rağmen bu avantaj tehdit unsuru haline de gelebilmektedir. Bazı ülkeler diğerlerine göre maden kaynakları açısından, doğalarından kaynaklanan, bazı avantajlara sahiptirler.

Örneğin, Arap ülkelerinin çoğu birer petrol-doğalgaz, Şili bakır, Brezilya demir, Kafkaslar Petrol-Doğal Gaz ve Türkiye bir Bor ülkesidir. Bu ülkeler, sahip oldukları bu hammadde kaynakları sayesinde, potansiyel olarak en azından baştan avantajlı durumdadırlar.

Maden kaynaklarının çok önemli bir özelliği vardır. Madenler, yenilenebilir nitelikli değil, kıtlaşabilir hatta tamamen tükenebilir türden doğal kaynaklardır. Bütün tarım ürünlerini, her hasat mevsiminde, yeniden üretip pazara sürebiliriz. Yine orman ürünlerini de, aradan on yıllar geçse bile, yeniden yetiştirebilir, keser, biçer ve tüketime sunabiliriz. Ne var ki, gemiler dolusu kömür sevk ettiğimiz bir maden ocağının rezervleri tükendiğinde, oradan bir kamyon daha kömür bile çıkartamayız. Bu nedenle, madencilik ile ilgili politikaların gelecek nesillerin haklarının da kollanarak tayin edilmesi gerekmektedir. Şayet bir ülke kendi kaynaklarının yurt içinde işlenmesine yönelik politikalar geliştirip uygulayamıyorsa; bu ülke sanayileşmiş ülkelere ucuz hammadde sağlamak, diğer bir deyimle ülke zenginliklerini gerçek değerlerinin çok altında yurt dışına aktarmaya mecburdur.

Bugün, yaşadığımız dünya üzerinde bir takım ülkelerin ekonomik anlamda varlıklarını, ülkelerinde var olan hammaddelere dayandırdıklarını görüyoruz. Ortadoğu ülkeleri petrol sayesinde ayakta durmakta, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan gibi Hazar ülkeleri ise petrol ve doğal gaz varlıklarını dünya piyasalarına eriştirme çabaları ile geleceğin bağımsız ülkeleri arasında yer alabilme mücadelesini sürdürmektedir. Bu ülkelerin petrol ve doğal gaz varlıkları onlar için ne anlam taşıyorsa, dünyanın en büyük rezervinin ülkemizde bulunduğu bor madenleri de bizim için aynı anlamı taşımaktadır. Ne yazık ki, ülkemizde üzerinde 150 yıldır büyük oyunlar oynanan bu doğal kaynağımızın öneminin yeterince anlaşılabildiğini söyleyemiyoruz.

Cumhuriyet Öncesi Bor Madenciliği

1850’li yılların basında, İstanbul-Bebekte mermer isleri ile uğrasan Polonyalı mülteci tarafından Fransız Mühendis Camille Desmazures’e alçı tasından yapıldığı sandığı heykelleri hediye eder. Heykellerde yüksek oranda boraks olduğunu anlayan Fransız Mühendis ve eski ortağı Henry Groppler ile birlikte Türkiye’de boraks aramaya baslar.  Fransız mühendis ve ortağı aradıkları boraksı Balıkesir-Susurluk ilçesi yakınlarındaki Sultançayırı mevkiinde “Pandermit” adı verilen bor mineralini bulurlar. Esasen bu saha 3. ve 4. yüzyılda Romalılar tarafından işletilen bir saha olduğu tahmin edilmektedir. 1861 yılında Fransız “Companie Industries Des Mazures” firması tarafından pandermitin isletmesine dönük olarak Padişah’tan 37 dönüm arazi üzerinde “alçıtaşı” madeni çıkartmak üzere 400.000 lira karşılığında 20 yıllık isletme izni alır. Fransız Mühendis Desmazures ve ortağı Groppler, Pandermit üretimi yapacaklarını padişahtan ve diğer yabancı şirketlerden saklamışlardır.  Sultançayırı isletmesinin üretime başlamasına müteakip Desmazures Paris civarında bir boraks rafine tesisi kurmuş ve Sultançayır’dan çıkardıkları bor cevherini alçı tası altında yıllarca ucuz değer ve harçlar ödeyerek yurt dışına çıkarmıştır.

1881 yılında Osmanlı’nın gelirleri, borçlarını ve faizlerini ödemeye yeterli değildi. Osmanlı tüm borçları Muharrem Kararnamesi çerçevesinde tüm Avrupalı alacaklılara genişletilmiş vergi gelirlerinin ve bir kısım üretim isletmelerinin tahsisi (Duyunu Umumiye vasıtasıyla) suretiyle tasfiye yoluna gidilmiştir. Duyunu Umumiye’ye terk edilen gelirler kalemi içinde madencilik faaliyetleri alınmamıştır. Bunun nedeni madenler yabancılar tarafından işletildiğinden bunlar üzerinden alınan vergilerin yüklenicisi de doğal olarak yabancılardı. Avrupa Devletleri ile yapılan kapitülasyon anlaşmaları, Avrupa vatandaşlarını kişisel vergiden muaf tutuyordu. Hepsinden önemlisi madencilik faaliyetlerinin üretim, ihraç ve kazanılan paranın gizli tutulması ve gözden uzak olmasıydı.

Cumhuriyetin İlk Dönemindeki Bor Madenciliği

1919 yılından 1923 yılına kadar süren Ulusal Kurtuluş Savası ile Türk Ulusu elinde kalan tüm kaynaklar İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan sömürgeci güçlerin Anadolu’dan kovulması ve bağımsızlık uğruna harcanmıştır. Cumhuriyetin kurulusundan sonraki ilk yıllarından itibaren ülkede ulusal bir endüstri kurulmasına çalışılmış ve İmparatorluk döneminde bol tavizlerle ve geniş ayrıcalıklarla gerçeklesen yabancı sermaye ortaklıklarının temizlenmesine önem verilmiş ve çok kısa sürede çok sayıda yabancı sermayeli kuruluşlar kamulaştırılmıştır. Ancak madenlerimiz ve özellikle bor madenleri ya önemi kavranamadığından ya da madencilik faaliyetinin tabiatından kaynaklanan gözlerden uzak sürdürülmesi nedeniyle dikkatlerden kaçmıştır.

En son 1904 tarihinde Reşit Pasa ve İngiliz William Vitaller’e verilen imtiyaz, civarda mevcut 9 adet diğer bor tuzu sahasıyla Kanuni Tevhit (birleşme) görerek 10 Nisan 1927 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla 45 yıl müddetle John Öven Rıd’a ihale olunmuş ve daha sonraki 7 Aralık 1927 tarihinde Lord Meven Mervil’e geçen bu sahalar 11 Mart 1938 tarihinde Desmond Abel Smith’e intikal etmiştir. Madenlerimiz ve özellikle borlar üzerindeki yabancı (İngiliz) hâkimiyeti 14 Mart 1935 tarihinde kurulan Etibank’ın, bor madenleri ile ilgilenmeye başladığı 1950’li yılların sonuna kadar devam etmiştir.

1950’li Yıllar

Türkiye’deki bor tuzu cevherlerinin dünyadaki en güçlü tröst’ün eline geçmesi 1950 yılına rastlar. 1950 yılında Türkiye yeni bir borçlanma ve yabancı sermayeye imtiyazlar tanıma devresine girmiştir. 1938 yılından beri Desmond Abel Smith’in elinde bulunan Sultan çayırındaki cevherler, kararname ile bu yıllarda “Dünya Tekeli” hüviyetindeki Borax Consolidated Ltd’ne (Rio Tinto) devredilmiştir. Borax Consolidated 1899 yılında ABD’nin Pasifik Coast Borax şirketini bünyesine almış, Sili ve Peru’daki bor imtiyazlarını ve Türkiye’de Desmazures ve Gropler ile Avrupalı bor madencilerinin imtiyazlarını kontrolü altına almıştır. Borax Consolidated Ltd, 1954 yılında bor cevherinin tükendiğini ileri sürerek, Sultançayırı ocağını kapatır. Ancak pasalardaki düşük tenörlü cevherin satısını 1961 yılına kadar sürdürerek faaliyetlerine devem eder. Aynı zamanda Türk özel sektörünce bulunan bor madenlerinin üretim ve ihracat islerini izlemektedir. MTA çok gizli olarak Kütahya/Emet yöresinde bor madeni aramaktadır. Emet’te MTA tarafından kolemanit yatağı bulunur ve ruhsat 15 Mayıs 1958 tarihinde Etibank’a devredilir ve üretime geçer. Bu sıralar İtalyan’larda Türkiye’de bor tuzu arama teşebbüsünde bulunmaktadır. Borax Consolidated Ltd, 1955 yılında yabancı teşvik kanunundan yararlanmak için Türk Boraks Madencilik Anonim şirketini kurar. Şirketin sermayesinin %94’ü Borax Consolidated’e, % 2’si Türk hissedarlar ve %4’ü de İngiliz hissedarlara verilmiştir. MTA Enstitüsü 1950 yılları sonlarına doğru Eskişehir/Kırka da arama faaliyetlerini sürdürmektedir. Eskişehir/Kırka da bor ilk defa 1957 yılında Gökçenoluk sahasında bulunur ve 1959 yılında bir miktar üretim yapılır. Eskişehir/Kırka bölgesine ilgi artar. Borax Consalidated Ltd. Maden Dairesinden kendi adına ruhsat alarak Kırka’yada gelir ve ruhsatını Türk Borax Madencilik A.S.’ne devrederek aramalara baslar.

Türk Borax gizlilik içinde yürüttüğü sahalardan ikisinden boraks bulur ve yavaş bir tempo ile 4.000 ton civarında üretim yapar. Amaç, sahayı başkalarının üretimine kapatarak kendilerinin ABD ve diğer yerlerdeki sahalarına rakip çıkmasını ve tekelin kırılmasını istememektedir. Şirket, sahada 8–9 milyon ton sodyumlu bor olduğu iddiasındadır. Ancak maden dairesi mühendisleri sahadaki bor rezervinin yüzlerce milyon ton olduğu iddiasındadırlar. Türk Borax’ın Kırka’da üzerine kayıtlı 6 adet saha vardır. Ancak bu sahaların elde edilmesinde hileli isler yaptığından elindeki ruhsatların 5’i iptal edilir. 1967 yılında Kırka bor sahasının 1 milyar ton rezervli müthiş zengin bir saha olduğu anlaşılmıştır.

1960’lı Yıllar

Etibank Kütahya kolemanit yataklarının isletme ruhsatı aldıktan sonra kısa sürede müessese müdürlüğüne dönüştürmüş ve kolemanit üretim ve ihracatına başlamıştır. Ancak kolemanit’in işletmeden ham (tüvenan) olarak satılması, yabancı sanayiye hammadde temin eder bir ülke konumunda olmak rahatsızlık nedeni olmaya devam eder. Rafine ürünler üretecek bir fabrika yatırımı arayışıyla İtalyan Lardorella ve Borax Consolidated ile yapılan görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. 1960 yıllarının basında ABD tarafından Türkiye’nin boraks ve borik asit fabrikaları kurmaması yönünde sık sık tavsiyelerde bulunur. Boraks ve borik asit üretimine dönük teknolojileri Türkiye’ye transfer etmeye yanaşmazlar. Daha sonra hükümet aracılığı ile Polonya’nın Polmax adlı firması ile temasa geçilir ve teknoloji transferinde anlaşılmıştır. Bandırma’da 1 Haziran 1964 tarihinde temel atılarak boraks ve borik asit fabrikasının inşaat ve montajına başlanır. Ancak sıkıntı bitmemiş ve borik asit üretiminde kullanılacak sülfürik asit fabrikasının kurulması gerekmektedir. Bu teknoloji de SSCB’den alınır. Rus firması Neftechimi ile yapılan anlaşma sonucu Sülfürik asit fabrikasının 1969 yılında temeli atılarak inşaat ve montajına başlanır.

Bu yıllarda bor tuzu madenleri tekrardan Türkiye gündemine oturur. Borax Consolidated’in Kırka’da sahip olduğu sahalar usulsüzlükten dolayı birer birer iptal edilirken, bor konusunda Cumhuriyet Senatosunda “Bor Araştırma Komisyonu” kurulur ve komisyon İngiliz şirketini ve geçmişini, Türk Ekonomisine katkılarını sorgulamaya başlamıştır. İngiliz Borax Consolidated Komisyona gönderdiği dilekçesinde; “ülkeye faydalı olmak ve daha fazla döviz geliri sağlamak gayretiyle yıllardan beri yaptığımız teşebbüslerin belli bir zümrenin daimi ve sistematik engellemeleri ile karsılaşmış ve bunun sonucunda şirket zarar gördüğü kadar Türk Ekonomisi de önemli döviz gelirinden yoksun kalmıştır” ifade etmiştir. Ancak bor üretim ve ihracatı ile uğrasan Türk şirketlerin faaliyetlerini baltalayan şirket, bor madeni ihraç fiyatlarının düşmesinde aktif bir rol almıştır. Nitekim bor madeni ihraç fiyatları; 1950’li yıllarda tonu 62 $’dan 1960 yılı basında 42 $’a, 1962 yılında 33 $’a, 1965 yılında 23 $’a düşmüştür. 1959 yılında, İtalyanlar ülkelerindeki bor rafine tesisleri için Etibank’tan tüvenan bor cevheri almak için talepte bulunurlar. Böylelikle, Etibank, tarihinde ilk kez bor cevheri satışını, 44 USD/ton’dan İtalyanlara gerçekleştirir. İngiliz Boraks Consalidated Ltd şirketi, kendisi dışında başka bir şirketin “Etibank’ın” yurt dışına bor cevheri ihraç etmesine tahammül edemez. Cevher satış fiyatını ani bir kararla 30-35 USD/ton ’a düşürür. Bu durumu fırsat bilen İtalyanlar ise Etibank’ın Pazar kaybetme durumunu değerlendirerek bor cevheri fiyatının düşmesini sağlarlar. Neticede, bor cevherinin satış fiyatı 17 USD/ton seviyelerine kadar düşürülür.

Bunun yanı sıra 9 Kasım 1963 tarihinde Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı raporda da Borax Consolidated şirketinin ülke ekonomisine ve ödemeler dengesine katkı sağlamadığı tespit edilmiştir. 1968 yılında Bandırma’da yıllık 20 bin ton boraks dekahidrat fabrikası ile yıllık 6 bin ton kapasiteli borik asit fabrikasının inşaat ve montajı tamamlanmış ve Etibank tarafından üretime ve ihracata başlanmıştır.

İngiliz BCL (Borax Consalitated Limited) şirketinin 1963 yılında Hükümet tarafından istenmediği halde hazırladığı ve dönemin ülke yöneticilerine sunduğu rapora (Sayın İhsan Topaloğlu ile söyleşi, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası, 2001) göz attığımızda, dönen oyunların büyüklüğü karşısında insanın nefesi kesilmektedir;

  1. Amerikan bor cevherleri sodyumludur, Türkiye bor cevherleri kalsiyumludur. Bu da Türkiye’nin rekabet imkânını ortadan kaldırır.
  2. Türkiye Amerikan rekabetini üstüne çekmemelidir,
  3. Avrupa endüstrisinden Türkiye cevheri kullananlar, fiyat rekabeti ile Amerikan cevherine dönerlerse
  4. Türkiye bu sahayı kaybeder,
  5. Türkiye’nin bor rezervlerine Borax Consolidated ortak edilirse bor endüstrisi kurulacaktır,
  6. Türkiye ancak zararına bor endüstrisi kurabilir. 3 bin tonluk  rafineri ancak sübvansiyonla yaşar,
  7. Avrupa piyasasının borik asit üretimi 45 bin ton cevhere karşılık  gelen 30 bin ton bor cevheri ile sabittir,
  8. Türkiye Avrupa piyasasına yalnız borik asit üretimi için bor cevheri  verebilir,
  9. Türkiye’de ancak 3 firma 60 bin ton üretim yapabilir,
  10. Türkiye’nin en çok 20 bin ton satış şansı vardır,
  11. Türkiye’de bor mineralleri tükenmiştir,

1970’li Yıllar

1970’li yılların basından sonuna kadar geçen sürede bor madenlerinin sıkça tartışıldığına tanık oluyoruz. Türk bor  madenlerinin çirkin bir rekabet sonucu  neredeyse maliyet fiyatına Avrupa’ya ihracının Türk Ekonomisi aleyhine bir durum getirdiği ve israf edildiği ve bu durumdan kurtulmanın ancak devletleştirme ile olacağını açıklayanlar, çeşitli suçlamalara maruz kalmaktadırlar. 1974 yılına gelindiğinde bor madeni ihraç fiyatı 25–30 $ civarında seyretmektedir. Türk Ekonomisi için bir kaynak israfı niteliğine bürünen rekabeti ortadan kaldırmak üzere Ticaret ve Enerji Bakanlığı, ihracatta taban fiyat uygulamasına geçer ve taban fiyat 70 $/ton olarak belirler. Ancak ihracat fiyatı bu taban fiyatın üzerinde (90 $) gerçekleşmeye baslar. 1976yılında Balıkesir’in Bigadiç ilçesi civarında faaliyet gösteren Fransız KEMAD Ltd’in (Kimya Endüstri Madenleri Ltd Sti.) bir sınır ihlali nedeniyle Bakanlar Kurulu tarafından ruhsatı iptal edilir. 1976 ve izleyen yıllarda bor madenlerinin devletleştirilmesi daha ciddi bir biçimde tartışır olmuştur. Bu süreçte yapılan tartışmalar ve devletleştirme beklentileri nedeniyle özel sektör aşırı bir üretim faaliyetine girmiş, ocakların normal bakım ve hazırlık faaliyetleri yapılmaksızın çıkarılabilecek bütün cevherler üretilerek, ocaklar büyük oranda tahrip edilmiştir. Etibank kapasite artırıcı ve modernizasyon yatırımlarıyla, 1974 yılında boraks dekahidrat fabrikasının kapasitesini 55.000 ton/yıl’a çıkarmıştır. 1978 yılında Bandırma Fabrikası rafine ürün yelpazesini genişletmiş ve ürün çeşidine boraks pentahidrat ve sodyum perborat ‘da dâhil edilmiştir. 4 Ekim 1978 tarih 2172 sayılı Devletçe İşlenecek Madenler Hakkındaki yasa ile bor madenlerinin Devlet tarafından aranması ve isletilmesine, eski bor madeni ruhsatlarının da Devlete devredilmesine karar verilmiş, Devlete ait bor ruhsat sahalarının hiçbir hakkı, gerçek ve tüzel kişilere devretme yetkisi verilmez kaydı geçmiştir. Ülkemiz için hayati önem taşıyan bor madenlerinin ruhsatları,  bu kanunla gerçek sahibi olan ülke vatandaşları adına,  işletilmek üzere Devletin hüküm ve tasarrufu altına alınmıştır.  17.11.1978 yılında resmi gazetede yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı ile bor sahalarının ruhsatları eski sahiplerinden geri alınarak, Etibank’a devir işlemleri başlatıldı. Tüm bor sahalarının Etibank’a devir işlemleri ise 1979 yılında tamamlanmış oldu.

1980’li Yıllar… ve Bugün

Dünya Ticaret Örgütünün Marekes toplantısını takip eden yılın basında Türkiye’de 24 Ocak 1980 tarihli ekonomik önlemler paketi açılmıştır. 9 Haziran 1980 yılında alınan bir kararla devletçe isletilmesi kararlaştırılan maden sahalarının eski hak sahiplerine iadesi kararlaştırılmış, ancak Başta TMMOB ve Maden Mühendisleri Odası olmak üzere Danıştay’a yapılan itirazlar sonucunda yürütmeyi durdurma kararı verilmiş ve hükümet karara uymak zorunda kalmıştır. 10 Haziran 1983 tarih ve 2840 sayılı yasa ile kamu kuruluşlarına devredilen maden hakları yeniden düzenlenir. Bu yasayla demir ve linyit sahalarının bazıları eski sahiplerine devredilir ve yasanın 2. maddesine göre “Bor tuzları, triona, asfaltit, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve isletilmesi Devlet eliyle yapılır. Bu madenler için 6309 sayılı Maden Kanunu gereğince gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine verilmiş olan ruhsatlar iptal edilmiştir” seklindedir. 1985 yılında Morgan Guarantee Bank tarafından hazırlanıp kabul edilen Özelleştirme Ana Planı gereğince, özelleştirilmesi gereken kuruluşlar kapsamına ülke madencilik politikalarını yönlendiren ve adeta sektörün lokomotifi konumuna gelen Etibank ta alınmıştır.

……TSKB olarak 1986 Ocak sonlarına doğru, DPT ve Master Plan danışma kurulu ile birlikte hazırladığımız is tarifi çalışmalarının sonuna gelmiştik. …………. Devlet, kendi varlığını idame ettirebilmek için silah sanayi gibi bir takım sanayiler kurmuş, boron madenleri gibi bazı kıymetli ve stratejik madenlerin işletmesini üstüne almış, Petkim gibi monopollar yaratmıştı. Bunların satışının etkilerinin düşünülmesi gerekliydi.…….. Master Planda 32 KİT ve bunlara bağlı müessese, bağlı ortaklık ve ortaklıkların incelenmesi isteniyordu. KİT’ler arasında Devlet Hava Alanları İsletmeleri gibi sadece hizmet üretenler ve ETİBANK gibi devlerde vardı.……Hele Morgan Guaranty uzmanı David Bradley, Etibank ve MKEK dahil olmak üzere her şeyin satılabileceğini iddia ettiği zaman harp çıkacak zannettim. Nispeten uzun süren toplantılar sonucunda isler tatlıya bağlandı.

……..Bu toplantıda Etibank Genel Müdürü Muammer Öcal genellikle özelleştirmeye, bilhassa Etibank'ın özelleştirmesine  karşı çıkan bir konuşma yaptı. Bor madenlerinin yabancı tekellerin eline geçmesi halinde Türkiye'nin önemli bir avantajını yitireceğini, uzun bir süreden beri yabancı tekellerle yaptıkları mücadeleyi yeni yeni kazanmaya başladıklarını ve Bor minerallerinden yakın bir gelecekte büyük kârlar sağlayacaklarını anlattı. Etibank'ın zengin madenler yanında bazı marjinal madenleri de işlettiğini anlatan Öcal, özelleştirme gerçekleştiği taktirde bu marjinal madenlerde çalışanları işsizliğin beklediğini söyledi. Muammer Öcal'ın Etibank'ın özelleştirilmesini istemediğini arkadaşlarımız yapılan görüşmelerde anlamışlardı. Bazı önemli bilgileri vermek istemiyordu. Bu bilgilerin uluslararası tekellerin eline geçeceğinden korkuyordu. David'se borlar dâhil Etibank'ın her şeyinin özelleştirilebileceğine inanıyordu. Bor minerallerinin artık stratejik bir madde olmadığını, roket yakıtlarında meydana gelen gelişmelerin ve yeni buluşların borların önemini azalttığını bu nedenle bor madenlerinin krom madenlerinden farklı olmadıklarını anlatmaya çalıştı.

….. "Büyük bir bölümü özelleştirilebilecek KİT" alt sınıfının son adayı ETİBANK'tı. ETİBANK 14 maden, sekiz fabrika ve 25,549 çalışanıyla boron, krom, bakır, alüminyum ve diğer bazı madenleri üretmekle sorumluydu. ETIBANK‘ın özelleştirme öncesinde bir holding haline getirilmesi her grup maden isletmesinin, anonim şirketler dönüştürülmesi tavsiye ediliyordu. Yapılan incelemelere göre dünya rezervlerinin yarıdan fazlasının isletme hakkına sahip olan boron isletmeleri hemen özelleştirilebilirdi.…….ETİBANK‘ın bünyesinden alüminyum ve bakır işletmelerinin çıkarılmasıyla oluşacak yeni holdingin hisse senetleri kolayca borsa yoluyla satılabilirdi.……..Özelleştirme öncesinde çözümlenecek problemler devletin dünya üzerinde bir monopol olan boron isletmelerini yerli ve yabancı özel sektöre terk etmeye razı olması………….Etibank, dünya  boron tekelleri ile büyük bir mücadele vermiş ve bu mücadelenin meyvelerini yeni toplamaya başlamıştı. Özelleştirme ile birlikte boron isletmelerinin bu monopolların eline geçme tehlikesi belirecekti. (Özellestirmenin Hikayesi Dündar Aytar, TSKB, 1994. TÖSYÖV tarafından Şubat 1995 tarihinde Ankara'da yayınlanmıştır)

TAHSİN YALABIK (Eski Etibank Genel Müdürü ve ETKB Müsteşarı):

……..Size ilginç bir anımı anlatmak istiyorum. İtalya'ya ilk satış için gittiğimizde bize "katı yakıt" hakkındaki düşüncemizi sordular. Biz de efendim bizde Zonguldak'ta taşkömürü olarak var, linyitlerimiz var dedik. Bunun üzerine adam gülümsedi: "Efendim nasıl olur, ben bor mineralinden yapılan katı yakıttan söz etmek istiyorum. Bu sizin ülkenizdeki NATO gözetleme istasyonlarında tesbit edildi, bilmeniz lazım" dedi, SSCB'nin uzaya gönderdiği füzelerde kullanılan katı yakıtın bordan yapıldığını bor ülkesi olduğumuz halde bilmeyişimiz bizden çok İtalyanları da dehşete düşürmüştü. (Maden Mühendisleri Odası, Madencilik Bülteni,Tahsin Yalabık ile söyleşi, Nisan 1989)

1993 yılında Etibank bünyesinde bulunan bankacılık bölümü, Etibank Bankacılık A.O. adıyla bağımsız bir bölüm altında Özelleştirme İdaresine devredilir ve 1998 yılında özelleştirilmesi tamamlanır. 98/10552 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 4 Şubat 1998 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Etibank Genel Müdürlüğünün unvanı Eti Holding A.Ş. olarak değiştirilir. Aynı zamanda Etibank’a bağlı ana müessesler; Eti Bor A.Ş. Eti Alüminyum A.Ş. Eti Krom A.Ş. Eti Gümüş A.Ş. Eti Bakır A.Ş. Eti Elektrometalurji A.Ş. Eti Pazarlama ve Dış Ticaret A.Ş. olmak üzere 7 adet Anonim şirkete dönüştürülerek Holding çatısı altında yapılandırıldılar. 18.12.2000 tarihinde IMF’ye verilen niyet mektubunda “ Özelleştirme İdaresine ilave şirketler devredilecek ve bu şirketlerin arasında Eti Holding’in bazı fabrikaları da yer almaktadır” ifadeleri bulunmaktadır. Niyet Mektubunun verilmesinin ardından 20.12.2000 tarihinde 2000/92 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararıyla, “ Eti Holding A.Ş.’nin özelleştirme kapsamına alınması ve hazırlık işlemlerinin 6 ay içinde tamamlanması” kararı alınarak 6.01.2001 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanmıştır. Başta TMMOB ve Maden Mühendisleri Odası olmak üzere Muhalefet Partilerinin ve Kamuoyunun tepkisi karşısında Hükümet Bor Madenlerinin Özelleştirme Kapsamında bulunmadığını söyleyerek Bakanlar Kurulu Kararı almıştır. Haziran 2003 yılında Bor Madenleri ile ilgili uç ürünlerin araştırılması ve girişimcilere imkân sağlanması maksadı ile Bor Enstitüsü (BOREN) kurulmuştur. Haziran 2003 yılında 3218 sayılı Maden Kanunun bazı maddelerinde 5177 sayılı Kanun ile değişiklikler yapılırken 3213 sayılı Maden Kanunun 49. maddesine “bundan önce bulunmuş ve bundan sonra bulunacak Bor madenlerinin de devletçe işletileceği” ibaresi ilave edilmiştir.

Rio Tintonun yıllık faaliyet raporlarından yola çıktığımızda 2000 yılında 28.1 mio ton (Proven) B2O3 olan US Borax rezervi 2011 yılında 13.0 mio ton’a (Proven). Yani 11 yılda 15 milyon ton rezerv tüketimi olmuştur. Bu da demektir ki US Borax’ın geriye kalan 13.0  milyon ton B2O3 (Proven) rezervi 10 yıl sonra bitecektir. Belki de daha erken neden olmasın. Eee sonra ne olacak….

Bu durumda Rio Tinto/US Borax’ın önünde iki çözüm bulunmaktadır. Ya yeni bir bor rezervine sahip olacak ya da bor madenine alternatif bulacaktır. Yeni bir bor rezervine sahip olabilmesinin en kestirme ve etkili yolu Türk bor madenlerine sahip olmaktır ya da pazarlamasını tamamen kontrol altına almaktır.

Bunun için de;

Öncelikle bor madenlerinin özelleştirilmesi sağlanmaya çalışılmış, bu hususta öyle hızlı davranılmıştır ki, ilgili Bakan’ın dahi haberi olmadan (?), 2840 sayılı kanun yürürlükte iken 57. Koalisyon Hükümeti döneminde Eti Holding ve Bor Madenleri , IMF’ye verilen mektupla beraber Özelleştirme İdaresine devredilmiştir. Ancak, hükümet daha sonra durumun farkına vararak (?) ve kamuoyunun yoğun tepkisini dikkate alarak özelleştirmeye devir kararını iptal etmiştir. Bu yöntemden sonuç alınamamıştır.

Bundan sonra ise,

Bor madenlerinin devlet eliyle işletileceğini hüküm altına alan 2840 sayılı yasa değiştirilmeye ya da en azından, bu hususta kamuoyunun hassas olduğu dikkate alınarak, kanun hükümleri uygulanamaz hale getirilmeye çalışılacaktır.

Tarih tekerrürden ibarettir derlerdi de inanmazdım!

“Bugün memleketimizdeki boraks cevheri üzerinde yabancı bir oyun planlanmaktadır. Oyunun hedefi Türkiye’yi bu kaynağından mahrum bırakmaktadır. Bunun oyuncuları kapı kapı dolaşmaktadırlar.” (İsmet İnönü,  1968)

İngiliz Şirketi lobisi 2005 yılında Avustralya da imzalanan işbirliği anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin Borlarına talip olduğunu dönemin anlaşmayı imzalayan ilgili Bakan ve heyetine açıkça söylemiş ve tutanaklara iliştirmiştir.

Geçmişten beri Bakanından Bürokratına birçok kişi Bor Madenini önemsizleştirmeye çalışmaktadır. AB’nin Borlarla ilgili tehlikeli madde sınıflandırmasını yok yere abartılmakta, yarın bir başka ikame maddesi bulunursa veya civa madeni gibi zehirli içeriğinden dolayı kullanılmaz hale gelebilir diye örnekler vermekten çekinmeyenler İngiliz Şirketi’nin en büyük destekçiliğini bilerek ya da bilmeyerek yapmaktadırlar. 1980’li yılların ortasında, sermaye güçlülüğü sıralamasında dünyanın büyük bankalarından biri olan Etibank, 2000 yılına gelindiğinde 1985 tarihli Morgan Planı çerçevesinde darmadağın edilmiştir. Bankacılık bölümü özelleştirildikten sonraki sahipleri tarafından içi boşaltılarak, skandal bir şekilde, devlete iade edilmiş, daha sonra da kapanmıştır. Bankacılığı, sigortacılığı, deniz nakliyatı, mühendislik firması ve üretim birimleri ile Japon modeli modern bir şirket iken, getirildiği durumda, kendisinden ayrılanlarla birlikte toplamının, eski halinin yarısı bile etmediği bir yapıya dönüştürülmüştür. Bu nedenle, yapılanlar bir özelleştirme değil tasfiyedir. Hem de intikam alırcasına yapılan bir tasfiye. Borların tasfiye edilmesi kaldı geriye; ne için yapıldığı, ne hedeflendiği bilinmeden.

Roskill İnformation Service tarafından her 4 yılda bir yayınlanan ve en sonuncusuda 2010 yılında yayınlanan “Boron: Global industry markets and outlook Twelfth Edition, 2010,” adlı kitaptan faydalanılarak aşağıya tablo olarak konulmuştur.

1970 yılında brüt üretimi 257.000 ton olan Bor Mineralleri, 1980 yılında 2.610.000 ton, 1990 yılında 2.910.000 ton, 2000 yılında 5.475.000 ton, 2005 yılında 6.252.000 ton ve 2008 yılında da 7.224.000 tona çıkmıştır. Bu göstermektedir ki Dünyada üretimler çeşitlendikçe (elektronik ve cam) ve buna bağlı teknolojik üretimler arttıkça gelişen sanayilerin bor madenine olan ihtiyacı da hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu anlamda baktığımızda daha yakıt olarak kullanım düzeyine gelmeden Bor Madeni tüketimi artmaktadır. ABD’nin rezervleri bu artışa cevap veremeyeceğine göre Türkiye Borlarının yakın gelecekte ki değeri tartışılmaz bir önemdedir. Bir de Arabalarda yakıt olarak kullanımı gündeme geldiğinde ne olacak acaba. Bu konuda İngiliz Şirketinin aşağıdaki çalışması en güzel cevabı vermektedir.

Bu çalışmada 2050 yılında sadece ABD deki 360 milyon FCV (Fuel Cell Vehicles, Yakıt Hücreli Elektrikli Araç) için 60 milyon ton B2O3, tüm Dünyada ise 2050 yılında 2 milyar FCV için 360 milyon B2O3 ihtiyacı olacaktır diyor İngiliz Şirketinin uzmanları. Bu İngiliz Şirketinin çalışmasının Bor Madenlerinin bugünkü tüketim alanları dışında ayrıca FCV’lerin gelecekte kullanılacağını bilerek yapılan bir çalışma olduğunu ve İngiliz Şirketinin tükenmeye yakın olan Bor madenlerinin yerine ana kaynağın Türkiye olacağı bir dünyadan bahsettiğini şekilde açıkça görüyoruz.

Ülkemizde bugüne kadar yapılan arama çalışmaları neticesinde, rezervlerimizin dünya bor rezervleri içerisindeki payının 72% olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak ülkemizin yeterince aranmadığı hatırlanırsa bu rezervlerin daha üstünde bir potansiyelimizin bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır bu durum ülkemiz bor yataklarının stratejik önemini bir defa daha vurgulamaktadır. Ancak, büyük rezervlere sahip olmak kendi başına bir anlam ifade etmemektedir, asıl olan bu rezervlerden sağlanacak faydanın en üst seviyeye çıkartılabilmesinin şartlarını oluşturmaktır. Hammaddeye sahip, ancak o hammaddeyi işleyecek teknoloji ve sanayilerden yoksun bir ülkenin konumu itibari ile sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerine ucuz değer aktaran bir rol üstlenmekten öteye gidilemeyeceğini anlamış bir ülke olarak,  madencilik politikamızın temelinde hammaddelerimizi katma değeri yüksek ürünlere dönüştürecek teknoloji ve sanayilere yönelmemiz gerektiğini görmemiz gerekir. Ülkemizde, maden üretimleri istenilen kapasitede ve uç ürünlere yönelik nitelikte değildir. Madencilik sanayiinde, mevcut üretim kapasitelerinin bile tam anlamı ile kullanılabildiğini söylemek mümkün değildir. Madencilik sektöründe, gerek kamu gerekse özel sektörün çeşitli problemleri mevcuttur. Özünde, madencilik sektörünün temel sorunu mülkiyetin kamuda mı yoksa özel sektörde mi olması değil, sektörde kamu ve özel sektörü bütün olarak kavrayacak ciddi ve tutarlı bir madencilik politikasının uygulanmamasıdır. Sanayileşen bir Türkiye’nin değerlendireceği maden kaynakları mevcuttur. Ülkemizin gelişmesinde, doğal kaynaklarımızın ekonomik katkısını verimli şekilde sağlayacak ciddi, tutarlı bir sanayi, teknoloji, enerji ve bunlara bağlı olarak madencilik politikasının uygulanmasına ihtiyaç vardır. Sahip olduğumuz yüksek miktar ve kalitedeki bor rezervlerinden sağlanacak faydanın en üst düzeye çıkarılabilmesi için katma değerleri daha yüksek ürünlere yönelmek ve Ülkemizde bor’lu sanayileri kurmak büyük önem taşımaktadır.

Netice olarak;

21. Yüzyılın Enerji Kaynağı; Hidrojen taşıyıcısı olmasının yanı sıra ve bir enerji hammaddesi olan bor madenleri, 1950 yılından bu yana üzerinde en yoğun çalışma yapılan madendir. Bu bağlamda, hidrojen taşıyıcısı (sodyum bor hidrür), enerji hammaddesi (92.77 Megajul/ Litre) ve füzyon reaktörlerinde yakıt olarak kullanımı hususlarında gelişmiş ülke laboratuarlarında birçok çalışma yürütülen bor madeninin, 21. yüzyılda önemi daha da artacaktır.

İleri teknoloji için bilimsel araştırma; Gelişmek ve refah seviyesini yükseltmek için, Türkiye’nin ulusal İnovasyon konusunda yetkinleşmesinden başka çözümü yoktur.

En büyük rezervler; Büyük rezervlere sahip olmak kendi başına bir anlam ifade etmemektedir, asıl olan bu rezervlerden sağlanacak faydanın en üst seviyeye çıkartılabilmesinin şartlarını oluşturmaktır.  Bu noktada, sahip olduğumuz yüksek miktar ve kalitedeki rezervlerden sağlanacak faydanın en üst düzeye çıkarılabilmesi için katma değerleri daha yüksek ürünlere yönelmek ve Ülkemizde borlu sanayileri kurmak büyük önem taşımaktadır. ABD, Avrupa, Japonya, Çin gibi ülkeler için bor stratejik bir öneme sahiptir. O halde, Türkiye bu güç odaklarının duyarlılığını iyi analiz edip, strateji ve taktiklerini planlarken ortak çıkarlar çerçevesinde kendi çıkarlarını koruyan en uygun kesişim alanlarını bulup uygulamaya koymak durumundadır.

Hukukun üstünlüğü; 2840 sayılı yasadaki “Bor Madenleri Devletçe işletilecektir” hükmü asla değiştirilmemelidir. Ruhsatlar, fiyatları belirleme ve Pazar politikaları kamuda kalmakla birlikte yine de özel sektör ile işbirliği yapmaya çatlak aramak özelleştirmenin ve kaynakları aktarmanın bir diğer biçimi olacağından bu yollara müsaade edilmemelidir.

Politikasızlık; Ülkemizin gelişmesinde, doğal kaynaklarımızın ekonomik katkısını verimli şekilde sağlayacak ciddi, tutarlı bir sanayi, teknoloji, enerji ve bunlara bağlı olarak madencilik politikası’nın uygulanmasına ihtiyaç vardır.

Stratejik bir hammadde; Gelişen teknolojiler, bugün sanayinin tuzu olarak adlandırılan bor’un kullanımını ve bağımlılığını artırmakta ve borun stratejik mineral olma özelliği giderek daha da belirginleşmektedir.

Ülkelerin kendi kaynaklarından ülkeleri çıkarına azami fayda sağlamaları için tek seçenekleri, onları mümkün olduğu kadar katma değerlerini daha da yükseltecek nihai ürün haline dönüştürerek pazarlamalarıdır. 21.yüzyılın en önemli yer altı kaynaklarından biri olarak tanımlanan bor madenine olan talep ve bor madeni ürünlerinin kullanımı gün geçtikçe artmaktadır. Dünyada birkaç ülkede bulunması, yeni teknolojilerle birlikte kullanım alanlarının çeşitlenmesi, özellikle enerji ve savunma sanayinde ön plana çıkması "stratejik" olma özelliğini de beraberinde getirmektedir. Günümüzün en önemli enerji kaynağı olan petrolün, rezervlerinin sınırlı olması nedeniyle alternatif enerji arayışları hız kazanmıştır. En kolay enerji, hidrojen barındıran kimyasallardan sağlanmaktadır. Araştırmalar, bor kimyasallarının içerdiği yüksek hidrojen oranı nedeniyle alternatif enerji kaynakları içinde kullanımı en kolay maden olduğunu ortaya koymuştur. Ülkemizin sahip olduğu yüksek bor rezervinin stratejik bir önem kazanması, bu rezervlerden elde edilecek faydanın yükseltilmesi ile mümkündür.

 

Maden Mühendisi Ümit Ragıp Üncü

USİAD Bildiren Dergisi 51. sayı

Dergiyi okumak için tıklayınız

 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam