Tarihi Biriktirmek

Ekonomi

Dünyada özellikle gelişmiş ülkeler arasındaki ekonomik yarış belirli dönemlerle hesaplaşmaya, güç savaşına dönüşür. Bu hesaplaşmanın dünyaya maliyeti her zaman çok yüksek olmuştur. İlk yarısında tüm dünyayı kan gölüne çeviren iki dünya savaşı ve ikinci yarısında gözlenen soğuk savaş ve ardından yeni dünya düzeni olarak yutturulmaya çalışılan küreselleşme ile biçimlenen yeni sömürge düzeni ile 20. yüzyılı kapatan dünyamız için böyle giderse 21. Yüzyılın da pek iyi geçmeyeceğini söylemek falcılık olmayacaktır.

Değişimin Acı Reçeteleri

İlk on iki yılına baktığımızda, 21. yüzyıldaki hesaplaşma ve güç savaşlarının gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkeler için oldukça kritik ve tehlikeli olacağının artık farkındayız. Çünkü savaşlar bu ülkeler üzerinden yapılacak ve yaşatılan acılar değişim olarak yutturulmaya çalışılacaktır.

Artık çok açıkça görüyoruz ki, bu asırla başlayan değişimin hızı olması gerekenden ve takip edebildiğimizden çok yüksek ama değişim toplumun dışında, onun beklentilerinin uzağında gerçekleşiyor.

Dahası toplumun değişikliklerin içeriğini anlayıp, yönlendirmesi bir yana, olan biteni algılamasına bile fırsat verilmiyor. Açıkçası değişimin odağında ve beklentisi olan kesimde toplum yok. O zaman kim için, hangi kesimlerin çıkarına bu değişim?

Çok açık ki, dünyayı sınırların olmadığı bir hükümranlık alanı olarak gören küreselleşmenin önderleri ve onların işbirlikçileri çıkarına. Zaten bu hızlı değişim de işte onların eseri.

Ama bu değişim toplumlara çok hızlı gelişen teknolojinin nimetleri, modernleşme ve bunlarla bezenmiş mutlu bir gelecek olarak sunuluyor ve kaçınılmaz olduğuna inanmamız isteniyor. Küreselleşmenin tasarımcıları yarattıkları dünya düzenine biat edilmesi için “senin geçmişin yok, sadece geleceğin var ve bu gelecek de benim gösterdiğim gelecektir” yalanına inanmamızı istiyor ve bu amaçla ülkelerin tarihle bağlarını, yıllarca uğraşarak sağlamlaştırdığı ilişki ve politikalarını sıfırlıyor.

Hız Kültü ile Kendine Yabancılaştırılan Toplumlar

İşte bu nedenle yerli işbirlikçiler eliyle değişim adı altında ülkeye ait hangi değerler varsa yok ediliyor. Kente kimliğini veren tarihi binalar, meydanlar yıkılıyor. İnsanın ait olduğu doğa ile ilişkisi kesiliyor ve bunların yerine yaratılan yeni geleceğe baş eğmesini, modern teknoloji karşısında kendini yenik hissetmesini sağlamak için birbirinin aynı, koca koca ayna camlı devasa binalara insanlar hapsediliyor. Bütün yollar alış veriş merkezlerine çıkıyor. Sistemlerle oynanıyor. Geçmişteki sistemlerin kötü, kendi getirdiklerinin iyi olduğuna inanmamız bekleniyor.

Bugün, modern hayat diye yutturmaya çalıştıkları hız kültü ile bizi geçmişimize yabancılaştıranlar, inandırılmak istendiğimiz geleceği tasarlayanlar artık gizlemek ya da perdelemek ihtiyacı bile duymadan ülkeleri ele geçiriyor, insanları kendi ülkelerine yabancılaştırıyor.

Parlak Ambalajın İçinden Saçılanlar

20. yüzyılın son çeyreğinde Uzak Doğu Asya ve Afrika’da yoğunlaştığı görülen istila ve sömürgeleştirme hareketlerinin siklet merkezinin yeni yüzyılda başta Ortadoğu olmak üzere bize çok yakın coğrafyalara kaydığı görülmektedir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan ve cafcaflı bir ambalajla değişim yönetimi olarak sunulan bir yaklaşımla ülkemiz de bu batağa çekilmeye çalışılıyor.

Ama parlak ambalaj açıldıkça içinden saçılan politika ve stratejilerin, dayatılan bu yeni sistemlerin pek de hayrımıza olmadığını anlamamız gerekiyor.

Oysa ülkemiz bu konuda oldukça tecrübelidir. Ulusal Kurtuluş Savaşımız bizim için bağımsızlık ve kendimiz olma yolunda çok değerli bir başlangıç olmanın yanında, sonraki antiemperyalist, bize özgü ancak dünya için öncü kalkınma strateji ve uygulamaları ile bugün örnek almaya çalıştığımız başta G. Kore ve Çin olmak üzere pek çok sonradan yetişmiş ya da yetişmeye çalışan ülkeye de ışık olmuştur.

Tarihini Biriktirenler Kazanır

Metin Aydoğan’ın  “ Türkiye Üzerine Notlar-1923 – 2005” başlıklı çalışmasından alıntıyla İsmet İnönü’nün 1960’larda, Abdi İpekçi ile yaptığı bir konuşmada Türk Kurtuluş Savaşı’nın uluslararası boyutunu açıklarken söyledikleri bugüne dair çok önemli dersler içermektedir:

“… Türkiye, Doğu ve Batı Dünyası’nın sınırındaki coğrafi konumuyla ilginç bir rol oynuyor. Bu durum, bir yanı ile yararlı iken, diğer yandan tehlikelidir. Batı emperyalizminin Doğu’ya yayılmasını durdurabileceğimiz için Türkiye’yi öncü olarak gören bütün Doğu halklarının sevgisini kazanmış bulunuyoruz. Diğer yandan bu durum bizim için tehlikelidir. Çünkü Doğu’ya yönelen saldırıların bütün ağırlığı, öncelikle bizim üzerimizde yoğunlaşmış bulunuyor. Türk halkı bu konumu ile gurur duymakta ve Doğu’ya karşı bu görevi yerine getirmekten mutlu olmaktadır.”

Mustafa Kemal’in, Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in erken dönemlerindeki bağımsız ve özgün kalkınma politika ve uygulamalarının bu anti-emperyalist niteliğini tüm boyutlarıyla ortaya koyan şu özlü sözleri bugün de değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir;
“Biz, Batı emperyalizmine karşı yalnızca kurtuluşumuzu sağlamak ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda, Batı emperyalistlerinin, güçleri ve bilinen araçlarıyla Türk milletini emperyalist politikalarına araç olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz.”

Ülkelerin en büyük zenginliği tarihi ve geçmişten bugüne kadar biriktirdikleridir. Bu nedenle geçmişine, birikimlerine, değerlerine sahip çıkarak, dersler çıkararak, bugününü ve geleceğini planlayan ülkelerin 21. Yüzyılda daha şanslı olacağını anlamamız galiba her zamankinden daha önemli.

 

Metalurji Mühendisi Mahmut Kiper

USİAD Bildiren Dergisi 55. Sayı

Derginin 55. Sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net