Türkiye ekonomik olarak doğuya, siyasi olarak ise batıya yöneledursun, Orta Asya’daki, Kafkasya’daki, Hazar Havzası’ndaki gelişmeler, Avrasya’daki arayışlar büyük bir hızla ilerliyor. Üstelik bunlar sadece Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvelerinden ibaret değil. Yalnızca ekonomik, politik, askeri amaçlar içermiyor. Çok zengin, çok yoğun bilimsel, kültürel faaliyetler de söz konusu.
Bu kapsamda Rusya Federasyonu Bilimler Akademisi’nce 18-22 Eylül tarihlerinde Buryat Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Ulan Ude’de düzenlenen “Orta Asya Dünyası” başlıklı uluslararası sempozyum da bunlardan biriydi. Sempozyuma, Hindistan’dan ABD’ye, Moğolistan’dan Macaristan’a uzanan geniş bir coğrafyadan yüzlerce bilim insanı katıldı. Bilimsel hayatta henüz ABD ve AB ezberinden yeterince kurtulamamış olan ülkemizden katılan tek kişi ise bu satırların yazarıydı. Gelelim işin bilimsel boyutuna…
ULAN UDE’DEN İZLENİMLER…
Bu yıl 90. yaşını kutlayan Rusya Federasyonu Bilimler Akademisi Tibet, Sibirya ve Budist Araştırmaları Merkezi’nin ev sahipliği ve organizasyon becerisi yüksekti. Mensuplarının çalışma temposu ve bilimsel üretimleri de öyle. Bu durum, Sovyetler Birliği’nden devralınan güçlü bilim, sanat, kültür altyapısının da kanıtıydı. Konferansa katılan bilim insanlarının sadece sayısı değil, bilimsel niteliği, yetkinliği ve derinliği de dikkate değerdi. Yüzden fazla bildirinin sunumu ve sonrasında yapılan tartışmalarda ekonomiden siyasete, dilden arkeolojiye, etnografiden güvenliğe kadar Orta Asya’yı ilgilendiren her konu konuşuldu. Bilgilendirici ve ufuk açıcı oturumlar gerçekleşti. Gelelim turistik gözlemlerimize…
Bir milyon nüfuslu Buryat Özerk Cumhuriyeti’nde halkın üçte ikisi Rus, geri kalanı ise Buryat. Az sayıda Ermeni ve Azeri de var. Başkent Ulan Ude, 500 bin nüfuslu güzel bir kent. Buryat dilinde “kırmızı nehir” anlamına geliyor. Çok güzel bir meclis binası, tipik Rus mimarisinin örneği olan hayli görkemli bir opera binası var. Misafir akademisyenler için düzenlenen müzik şöleninden önce, öğretmenleri eşliğinde operaya gelen çocukları görüyoruz. Kültürel, sanatsal etkinliklerin çok ucuz olduğunu, devletin bu çalışmaları desteklediğini öğreniyoruz opera yöneticisinden. Salona giriyoruz. Hem ulusal hem de evrensel eserlerin seslendirildiği müzik şöleni başlıyor. 1 milyon nüfuslu ülkede ne kadar çok opera sanatçısı, balerin ve balet olduğunu görüyoruz.
Kentteki sosyal konutlar, eski SSCB’nin ve Doğu Bloku ülkelerinin tipik toplu konutlarını andırıyor. Çarşıda, pazarda Rusça konuşuluyor. Yazılar Kiril alfabesinde. Ancak Buryatların kendi aralarında Moğolcaya çok çok yakın olduğunu öğrendiğimiz anadillerini konuştuklarını da gözlemliyoruz. Trafik sağdan akmasına karşın direksiyonu solda olan araçların çokluğu, hangi ülkeden ithal edildiklerini de gösteriyor bir anlamda. Rusya’nın en büyük Budist tapınağı olan Datsan da bu şehirde. Bu ibadethaneye turistler de geliyorlar, yeni evli Budist çiftler de, Budizmi seçen Ruslar da.
Ulan Ude, Sovyet döneminden bu yana büyük uçak ve helikopter fabrikalarının olduğu bir kent. Dünyanın en derin gölü olarak bilinen Baykal Gölü’ne olan yakınlığı da (yaklaşık 2 saat) onu turistik açıdan cazip kılıyor. Şehirden Baykal Gölü’ne giderken yol boyunca Selenge Irmağı eşlik ediyor bize. Köyler temiz, düzenli, bakımlı. Baykal Gölü’nün çevresi ormanlarla kaplı. Çevresinde ağaçtan yapılmış pahalı yazlık evler var. Göl kenarında yürüyüş yapmak zor. Çünkü arazi ince kumlarla kaplı, aynen Şile gibi. Su tertemiz. Bu yüzden de yaz aylarında insanların yüzmek için geldikleri en gözde sayfiye yerlerinden biri olarak biliniyor. Baykal Göl’ünün balıkları da çok lezzetli.
Buryatça ile Moğolca birbirine çok yakın iki dil. Zaten Moğolistan da Rusya ve Çin arasında kalan bir ülke olduğu için, sohbet ettiğimiz Moğol araştırmacıların bir kısmı, topraklarının bir bölümünün Rusya bir bölümünün de Çin sınırları içinde kaldığını söylüyorlar. Böyle düşünen Moğollara göre; Buryat, Rusların icad ettiği, Moğolları bölmek için uydurulan bir terim. Aralarında en küçük bir fark bile olmadığını, Buryat – Moğol ayrımının politik bir ayrım olduğunu belirtiyorlar. Dillerinin, dinlerinin, fiziki yapılarının, kültürlerinin aynı olduğunu ifade ediyorlar. Ayrımın jeopolitik çıkarlardan doğduğunu anlatıyorlar. Bazı eserlerde Rusya’dakilere Batı Buryat, Moğollara ise Doğu Buryat denmesinin tamamen siyasal bir tercih olduğunu ifade ediyorlar.
Kimi bilim adamları ise Buryatlar ile Moğolların aynı olmadığını söylüyorlar. Batı Buryatların eski Türk boylarından biri olduklarını Türkçeye yakın bir dil konuştuklarını öne süren tezleri anımsatıyorlar. Biz bu konuları konuşurken lafa giren bir Rus profesör şöyle diyor: “Etnik köken sorunu bilimsel bir sorun değildir. İcat edilmiş bir sorundur. ABD’ye bakın, kendisi söz konusu olunca bu mesele üzerinde hiç durmaz, çünkü çağdaş bir Amerikan ulusu yaratmıştır. Ama dünyanın geri kalanına etnik, dinsel, mezhepsel araştırma yapmalarını önerir. Sonra da bunlar üzerinden ayrımları, çatışmaları özendirir”. Bu yanıt, ister katılın ister katılmayın, üzerinde uzunca düşünmeyi gerektiriyor.
Rus araştırmacılarla sohbet etmeyi sürdürüyoruz. Türk dış politikasını, özellikle de Suriye ile ilişkileri soruyorlar bize. Fikirlerimizi söylüyoruz. Biz de onlara dünya siyasetindeki ağırlığını artıran, Suriye ve İran konusunda aktif tavır alan, enerjiyi dış politikasında başarıyla kullanan Rus dış politikasını soruyoruz. Özellikle de Putin hakkındaki fikirlerini öğrenmeye çalışıyoruz. Hepsi ittifakla Put’in Rusya’yı yeniden toparladığını, ülkenin incinmiş olan gururunu onardığını, dış politikada yeniden ağırlığı olan bir devlet haline getirdiğini belirtiyorlar. Ama iç siyasette fazla baskıcı olduğunu, muhalefete tahammül etmediğini de ekliyorlar. Özellikle yolsuzlukları önleme konusunda bekleneni veremediğini söylüyorlar. “Putin’in ünü ve itibarı çok yüksek. Muhalefete baskı yapması için neden yok. Kaldı ki muhalifleri de çok zayıf. Karşısında doğru düzgün aday yok. Komünistlerin lideri çok yaşlı, diğerleri de ya ırkçı ya da servetlerinin kaynağını veremeyen zengin işadamları, şaibeli kişiler. O nedenle muhalefet yapmak birkaç cesur gazeteciye, TV programcısına ve şarkıcıya kaldı, ama Putin onlara bile katlanamayarak kendine zarar veriyor. Oysa buna hiç ihtiyacı yok” diye konuşuyorlar.
GELELİM MOSKOVA’YA…
Sempozyum bitince Ulan Ude’den ayrılıyoruz. 6 saat uçtuktan sonra Moskova’ya iniyoruz. İki şehir arasındaki saat farkı 5 saat. Şehre varır varmaz karnımızı doyuruyoruz. Rusların damak tadı bize yakın. Hele de “Borç” denilen ünlü sebze çorbaları tam bizim damak tadımıza göre. Salataları çok güzel. Patatesi de çok seviyorlar. Çaya çok düşkün değiller. Çayın üzerine süt karıştırıp içen çok Rus var. Votkaya ise fazlasıyla düşkünler. Küçük kadehlerde içiyorlar. İlk üç kadeh tek seferde yuvarlanıyor. Ondan sonra dileyen yudum yudum içiyor. Sabah kahvaltısında da içen var, akşam yemeğinde de. Ama mutlaka sek içmek gerekiyor. Portakal suyu, elma suyu, soda vb. ile asla karıştırmıyorlar.
Rus gençlerle sohbet ediyoruz. Atatürk’ü bilmeyen yok. Antalya en gözde, en sevilen Türk şehri. O kadar ki, Ulan Ude – İstanbul arasında doğrudan uçak seferi yokken, Ulan Ude – Antalya arasında doğrudan uçak seferleri olduğunu dikkate alırsanız, Moskova’dan yazın günde kaç uçağın Antalya’ya geldiğini hesaplayabilirsiniz. Ruslar için uçak bileti dahil bir haftalık Antalya tatilinin paket fiyatının bin dolar kadar olduğunu öğreniyoruz.
Moskova’da ilk durağımız Kremlin ve Kızıl Meydan dünyanın her tarafından gelen turistlerle dolu. Lenin’in mozolesi de orada. Gelinliği ve damatlığı içinde Kırgız çift de, ellerinden düşürmedikleri fotoğraf makineleriyle hemen hemen gördükleri her şeyin fotoğrafını çeken Japon turistler de buradalar. Hediyelik eşya satıcıları meydanın çevresinde düzenli şekilde sıralanmışlar. Hiç gürültü ve kargaşa yok. Tezgâhlara göz gezdiriyoruz. SSCB döneminden kalma, Kızıl Ordu’ya ait askeri armalar, rütbeler, rozetler en çok satılan ürünlerin başında geliyor. Lenin’in resminin olduğu rozetler, kupalar, anahtarlıklar tezgâhların en önünde. Dünya liderlerinin resimleri olan tahta eşyalar arasında Putin, Stalin, Che, Arafat, Gorbaçov, Obama ve de KALPAKLI ATATÜRK yan yana duruyor. Matruşka denen oyuncak bebekler ve Rus kalpakları en çok satılan hediyelik eşyalar arasında.
İnsanlar güzel, güleç, bakımlı ve şık. Rusların tarihe, doğaya, kültürel mirasa saygısı çevre düzenlemesinden, görkemli anıtlardan, büyük parklardan, tarihi çeşmelerden belli oluyor. Müzeler, sanat galerileri, opera binaları, konser salonları görülmeye değer. Şehrin içinden kıvrılarak geçen Moskova Nehri üzerinde küçük gemiler, gezinti tekneleri dolaşıyor. Üstü açık otobüsle panoramik bir şehir turu yapmak da turistlerin seçenekleri arasında. Şehir o denli temiz ki, dikkatlice bakmazsanız yerde ne çöp, ne de sigara izmariti göremiyorsunuz. Moskova’yı gezerken şehir planlamasının önemini bir kez daha düşünüyoruz.
Şehir merkezindeki bir parkta oturup önümüzden geçen kalabalığı izliyoruz. Rus gençleri, henüz küpe ve dövme modasına Batıdaki ve ülkemizdeki akranları kadar kapılmamışlar. Ama cep telefonu, kot pantolon ve spor ayakkabı konusunda aynı şeyleri söylemek zor. Bu durum küreselleşmenin tek tipleştirici etkisini bir kez daha kanıtlıyor. Ancak hemen belirtelim ki, Avrupa ve ABD’deki yaşıtlarına göre çok daha kibar, nazik ve saygılılar. Trende, metroda, parkta her yaştan insanları ellerinde kitapla, dergiyle, gazeteyle görünce, Sovyet döneminden kalma eğitim, kültür, sanat ve spor altyapısının etkisini anlıyoruz. Tiyatro, bale, opera, konser salonlarının dolup taştığı, neredeyse her 300 metrede bir, kültürel- sanatsal etkinliklerin biletlerini satan küçük büfelerin olduğu Moskova’yı yürüyerek keşfetmeyi sürdürüyoruz. Moskova Üniversitesi’ne bağlı bir fakültenin önünde duruyoruz. Panolar etkinlik duyurularıyla dolu. Sınırlı maaşlarına ve olanaklarına karşın bilim insanlarının üretkenliği, katılımı ve bilimsel toplantıların sıklığı dikkatimizi çekiyor.
AVRASYA COĞRAFYASI DAHA FAZLA İLGİYİ HAKEDİYOR…
Pahalılığıyla bilinen Moskova’nın kenar semtlerindeki çarşılar, pazarlar kalitesiz, ucuz, taklit ürünlerle dolu. Görüntüler İstanbul’daki Tahtakale’den, Mahmutpaşa’dan, Mercan’dan farksız. Çantadan eşofmana, deri ceketten ayakkabıya, çocuk oyuncağından makyaj malzemesine dek her şey var. Sovyet döneminden kalan toplu konutların olduğu bu mahallelerde de yüksek binalar, yeni konutlar, büyük marketler, dev alışveriş merkezleri göze çarpıyor. Ancak İstanbul’dakilerden farklı olarak, bunların çevreye, doğal yapıya, yeşile mümkün olduğunca özen gösterilerek inşa edildiklerini gözlemliyoruz. Tabelalarda, trafik işaretlerinde, yön levhalarında Latin harfleri olmadığından sık sık yön, adres sormak zorunda kalıyoruz. Rastladığımız bir Türk genciyle söyleşiyoruz ayaküstü. Şehirde 4- 5 Türk lokantası olduğunu, Türk işadamı sayısının ise hayli çok olduğunu belirtiyor.
Moskova’da trafik günün her saati çok yoğun olduğundan, büyük çoğunluk metro ve tren kullanıyor. Moskova metrosu zaten bir sanat eseri gibi. Şeremetevo Havaalanı gibi dünyanın en işlek havaalanlarından birine şehir trafiğine hiç karışmadan ve uçağı kaçırma korkusu yaşamadan gitmek mümkün. Şehir merkezinden kalkan tren, hiç durmadan 35 dakikada gidiyor. Rahat, konforlu ve dakik. Bilet 320 ruble, yani 8 Avro dolayında. Havaalanının girişi de bir tür sanat galerisi olarak düzenlenmiş. Biz de fotoğraf sergisini geziyoruz.
Kısacası Türkiye’nin doğusu, Rusya, Kafkasya, Orta Asya genel olarak Avrasya coğrafyası hem politik, hem ekonomik, hem akademik, hem de turistik açıdan daha çok ilgiyi hak ediyor. Ve ATATÜRK Asyalı köklerimiz konusunda da şu sözleriyle bizi uyarıyor: “BİZ TÜRKLER ASYAİ BİR MİLLETİZ, ASYAİ BİR DEVLETİZ”.
Doç. Dr. Barış DOSTER
USİAD Bildiren Dergisi 56. Sayı
Derginin 56. Sayısını okumak için tıklayınız
www.usiad.net