2012 yılı geride kalırken 2012 ekonomisini ve 2013 yılı beklentisini ekonomist Nazım Güvenç ile konuştuk. 2013 yılı ekonomisinin 2012’yi aratacağını söyledi. Ülkemiz başta olmak üzere Avrupa Birliği ve ABD’deki ekonomik gelişmeleri ana hatlarıyla dergimiz için değerlendiren Güvenç, 2012 yılının büyük bir kesim için zor bir yıl olduğunu belirtti.
2013’te ise “bahar havası”nın dağılarak bir kâbus yaşanabileceğini ifade eden Nazım Güvenç’le yaptığımız söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
2012 yılının sonuna geldik. Ekonomi açısından bakınca nasıl bir yıl oldu 2012 ve 2013’e nasıl bir ekonomi devrediyor?
İsterseniz önce dünyada durum ne, onu özetlemekle başlayalım; sonra özel olarak
Türkiye’ye geçelim. Hatırlarsanız 2012’nin başında, USİAD Bildiren’in 46. sayısında “2012’de Çözüm mü, Çözülme mi?” başlıklı yazımda, 2011’den devredilen tabloyu şu ara başlıklarla özetlemiştim: “Finansal Kriz Daha Ağırlaştı”; “Reel Ekonominin
Krizi Daha Büyüdü”. Sonuçta 2012’nin çözümden ziyade ‘çözülme yılı’ olacağı tahmininde bulunmuştum. 2012’nin son haftasında şunu gözlemliyoruz: Gerçekten de çözüm adına
gerek Avrupa Birliği üyelerinin kendi aralarında, gerekse G-20 ülkeleri arasında defalarca liderler zirvesi, maliye bakanları zirvesi düzenlendi. Tümü de ‘dostlar alış-verişte görsün’ türündendi yani havanda fiilen su dövüldü. AB’de Yunanistan sulara gömülecek şekilde batmaktan son anda kurtarıldı; ancak bu arada bu ülkenin iflas koşulları çok daha ağırlaştı.
Keza İspanya, Portekiz ve İtalya’nın durumlarında en küçük bir düzelme olmadığı gibi, krizin etkileri özellikle reel kesimde gerek ekonomik gerekse sosyal boyutuyla daha da ağırlaştı. Bunlara ek olarak AB’nin iki “merkez çekirdek” üyesi Fransa ve Almanya’nın ekonomileri de daha kötüleşti. Fransa’nın notu kırıldı. Üstelik yeni Cumhurbaşkanı ve yeni Hükümet daha altı ay bile geçmeden her bakımdan büyük bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. Almanya için ise tehlike çanları artık daha üst perdeden çalınıyor. Almanya’nın gözlerden kaçan, daha doğrusu kasıtlı olarak kaçırılan borçluluk durumu, Alman bankalarının mali kırılganlığı artık yüksek sesle konuşulur oldu. Tüm AB üyeleri çapında ekonomik daralma (resesyon) daha ağırlaştı. Sonuç olarak diyebiliriz ki: çözüm yolunda gereken yapısal reform adımları atılmadı, bu yönde bir görüş birliği sağlanamadı. Hatta tek tek ülkeler kendi başlarına da olsa günü kurtarmaktan, tam çöküşü ötelemekten fazla bir şey yapmadılar. Gerekli değil zorunlu yapısal dönüşümler yolunda elbette radikal birtakım çözüm kararları almaktan kaçındılar. Siyaseten göze alamadılar da diyebiliriz, temsil ettikleri egemen çevrelerin çıkarlarını çiğnemeye yanaşmadılar da diyebiliriz.
“AB ÜLKELERİNDE İŞSİZLİK KABUSU YAŞANACAK”
O halde “çözüm olmadı, çözülme süreci ise ağırlaşarak devam ediyor” sonucunu çıkarabilir miyiz?
Evet, aynen öyle. Avrupa Birliği’ndeki ekonomik gidişat rakamlarına baktığımızda ekonomik büyümeye geçiş şöyle dursun, küçülmenin hızlanması söz konusu. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, AB’nin 2012’deki ekonomik küçülmesinin yüzde 0.4 değil yüzde 0.5 olacağını açıkladı. 2013’te büyüme umudu, en azından küçülmenin durması olasılığı var mı? Almanya Merkez Bankası Bundesbank’ın Aralık başında yaptığı açıklama bu yönde bir umut vermiyor. Düşünün ki Almanya AB’nin “ekonomik büyüme motoru” olarak görülen bir ülke ve Bundesbank 2012’de Almanya’nın büyümesine ilişkin tahmini yüzde 1’den yüzde 0.7’ye çekti. 2013’e ilişkin tahminini de yüzde 1’den yüzde 0.6’ya düşürdü. Bir başka deyişle, Bundesbank Almanya’nın 2013’te 2012’dekinden de daha düşük düzeyde bir performans göstermesini bekliyor. Şunu eklemek herhalde yanlış olmaz, 2013 Aralık ayında Bundesbank bu yüzde 0.6 büyüme tahminini de düzeltmek ve rakamı çok daha düşürmek gereğini duyacaktır. Fransa ve Belçika’nın, hatta onların arkasından Hollanda’nın da İspanya, İtalya benzeri bir “ağır bunalım” ortamına girmeleri şaşırtıcı olmayacaktır. Avrupa hakkında sonuç olarak şunu belirtmeden geçemeyiz: 2013’te borç batağından daha da ağır bir işsizlik kâbusu yaşayacak. Çünkü reel ekonomide de, finans kesiminde de şirketler fiilen dökülüyor!
“ABD’NİN HALİ AB’DEN BETER!”
ABD’nin durumu hakkında neler söylemek istersiniz?
AB’den daha parlak değil. Aslında ABD’nin reel ekonomideki durumu olsun, finanstaki durumu olsun AB’ninkinden beter. Zaten hatırlarsanız 2008 Eylül’ünde patlak veren kriz
ABD’de başlamıştı, sonra AB’ye sıçradı. ABD’nin can simidi; küresel para konumundaki dolara sahip olması. Dolar basıp dünyaya salıyor ve kendi zaafını, krizini ihraç ediyor. Yoksa gerçekte inanması ilk bakışta güç gibi gelebilir ama gerçek şu ki ABD’nin finansal durumu Yunanistan’dan bile kötü! En azından birkaçı dışında ABD’yi oluşturan eyaletlerin çoğu fiilen iflas etmiş veya etme eşiğinde. O derece ağır borç yükü altındalar. Keza merkezin durumu da son derece sorunlu; resmen “malî uçurum”dan söz ediliyor.
2013 beklentisine bakıldığında sadece iki olasılık var, ikisi de birbirinden kötü. ABD, ya 2012’deki “halının altına süpürme” politikasını sürdürecek ve çözümün de çöküşün de faturasını çok daha ağırlaştıracak ya da finansal daralma yolunu tutacak. Yani sıkı tasarruf önlemleri alacak ki bu, kendi içinde birçok eyaletin resmen iflasını ilan etmesi sonucunu doğuracak, fakat bir büyük etkisi de dünya ekonomisini bir bütün olarak yavaşlatmak, daraltmak olacak. Yani ekonomik ve mali kriz esas olarak “kıdemli kapitalist ülkeler”in (ABD, AB, Japonya) sorunu olmaktan çıkıp küresel ekonomi düzeyinde kendini gösterecek.
Peki, bu anlamda dünyayı nasıl bir gidişat bekliyor?
Bir kere şunu söyleyebiliriz: ABD’nin 2013’te atacağı her adım hangi yönde olursa olsun Avrupa ve Japonya’nın durumunu daha da güçleştirecek. ABD ancak 2012’deki temposunda giderse Avrupa’ya etkisi daha kötü olmaz; ama ABD’nin de (dolayısıyla AB’nin de) böyle bir şansı yok! ABD, hele tasarruf yönünde adım atarsa Çin dahil tüm ekonomiler şu veya bu ölçüde büyümede hız kaybederler, çünkü ABD’ye ihracat pazarları daralır. Elbette Çin bu vartayı iç pazarını öne çıkartarak görece daha hafif zararla (yine de ihracat eksenli çok sayıda şirketinin iflasıyla) büyüme hızının biraz düşmesiyle atlatır.
Benzeri bir tahmin Rusya için de aşağı yukarı geçerli olabilir. Ama Brezilya, Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi BRICS denen ülkelerin diğer üçünün dayanma gücü daha 2012’nin ikinci yarısında fire vermeye başladı. Japonya ise bir yandan arka arkaya yaşadığı doğal afetlere bir de Çin ile olan siyasal gerginliği, Çin’in yanı sıra Güney Kore’nin artan ekonomik rekabeti nedeniyle ciddi bir şekilde irtifa kaybetmeye başladı. Sonuç olarak şu tahminde bulunmaktan kendimi alamıyorum: 2013 yılında ekonomi dünya çapında 2012’dekinden daha kötü geçecek.
“YALANCI BAHAR’ HAVASI KALMAYACAK!”
Korkarım Türkiye için de benzeri bir tahmin yapacaksınız?
Kesinlikle. Zaten ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı da, Merkez Bankası Başkanı da aralarında olmak üzere ilgili hemen herkes bu kanaatte. Kaldı ki 2012’de halkın çok büyük bir kesimi bu gidişatın ilk işaretlerini ciddi şekilde yaşamaya başladı. “Sıcak para” akışıyla yaşanan “yalancı bahar havası” 2013’te kalmayacak.
“Kriz teğet geçiyor” denemeyecek o halde?
Özellikle işçiler, memurlar, emekliler için kriz delip geçmeye başladı bile! Keza reel sektörde ciddi bir durgunluk büyüyen bir çapta, artan bir ağırlıkta hissedilmeye başladı.
Zamlarla artan reel enflasyon yani TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon değil de, çarşıda, pazarda fiilen yaşanan enflasyonun bu yılki zamların ardından 2013’e girer girmez karşılaşılacak yeni zamlar ve vergiler, vergi artışları vatandaşın alım gücünü ve dolayısıyla üreticinin, tüccarın satım gücünü olumsuz etkileyecek. Bu da işten çıkartma ve yeni iş arayanların çığ gibi büyümesi sonucunu verecek. Bankalar nezdinde bireysel ve tüzel borçlanmanın tırmanışı, keza ödenmeyen borçların artması 2013 için hiç de iyi ön-göstergeler değil. Bunlara bir de bütçe açığının anormal artışı, dış ticaret açığı gibi diğer kriz unsurlarını da eklersek bu yılı aratacak bir 2013 geçireceğimizi söyleyebiliriz.
“KABUS YAŞAYABİLİRİZ”
Ekonomik büyüme sizce nasıl bir seyir gösterir?
Pek iç açıcı seyretmez herhalde. 2012’nin ikinci yarısında büyümede net bir düşüş oldu, çünkü talep daraldı. 2012’nin ilk dokuz ayını kapsayan verilere göre, büyüme hızı yüzde 2.6 oldu. Yılın tamamında da buna yakın gerçekleşmesi bekleniyor. Kesinlikle yüzde 3’ün altında kalacak. Oysa 2010’da yüzde 10, 2011’de yüzde 8.5 düzeyinde bir büyüme söz konusu idi. Yani bir yıl içinde hayli sert bir düşüş kaydedildi büyümede. 2013’de büyüme yine hız kesecek; hele izlenen abuk sabuk dış politika, içeride gitgide artan despotluk sürdükçe ekonominin kendi dinamizmi de bundan olumsuz etkilenecek ve dolayısıyla büyüme hızı iyice yavaşlayacak. Hane halkının borçlanmasındaki artış, işten çıkartmalardaki artış, iş arayanların ve iş piyasasına yeni girenlerin iş arayışındaki artış gibi tasarrufu yok eden, talebi düşüren etkenler de ihracat pazarlarının da daralmasıyla birlikte düşünüldüğünde 2013’de büyüme hızı yüzde 1’i geçerse ne âlâ! Gerçekte yıllık enflasyon oranı ve yıllık nüfus artışı oranları hesaba katıldığında Türkiye’nin yıllık büyüme hızının yüzde 5 olması gerekir ki aslında yerinde sayabilsin! Hakiki anlamda büyüme yani “kalkınma” dediğimiz şey, sosyal adalet içinde bir ekonomik gelişme Türkiye için ancak yılda ortalama büyümenin yüzde 5’in üstündeki rakamlarla sağlanabilir. Son bir şey daha: büyümenin “sağlıklı” da olması gerekir. Yani ara malı ve teknoloji ithal eden, yerli katma değer üretimi düşük bir büyüme; keza sıcak paranın, aldatıcı bir tüketici kredisi teşvikinin yarattığı aldatıcı bir “tüketim” coşkusuna dayalı bir “büyüme” değil. Anormal büyüyen bir cari açıkla, bütçe açığıyla, dış ticaret açığıyla yaratılan ve sürdürülemez bir “büyüme” hiç değil. Sonunda meydana gelen düşüş “dibe vurma”ya, “yere çakılma”ya dönüşeceği için “kâbus” yaşanması söz konusu olabilir. 2013’te ne yazık ki sadece iç ve dış siyasette değil, ekonomide de “kâbus”la yüz yüze kalmamız tehlikesi büyük.
Söyleşi: Şenol Çarık
USİAD Bildiren Dergisi 58. Sayı
Derginin 58. Sayısını okumak için tıklayınız
www.usiad.net