O yıllarda Cumhuriyet Türkiye’sinin en önemli özelliklerinden biri, belki de birincisi TASARRUF FİKRİ idi. Yani para veya herhangi bir eşyayı dikkatli kullanma, idareli tüketme, biriktirme ve çoğaltma bilinciydi. Bu nedenle her yıl yurt genelinde ilkokullar başta olmak üzere her düzeydeki eğitim kurumlarında “İKTİSAT VE TASARRUF HAFTASI” düzenlenirdi. Hafta süresince tarımdan sanayiye kadar yurtta üretilen bütün ürünler tanıtılır, öncelikle kendi ürünlerimizin tüketilmesi gerektiği anlatılır, önerilir, öğretilirdi. Kuşkusuz, bu bir bilinçlendirme programıydı.
KUMBARA bu tasarruf bilincinin en somut aracıdır. Kumbaranın önemi, hayat pahalılığının artış hızının çok düşük olduğu o yıllarda bile, bir yandan bireyi, öbür yandan devleti zenginleştirmeye yönelikti. Şimdi bankalar, çeşitli kâğıtlar, tahviller, bonolar aynı işlevi görüyor mu, bilmiyorum. Ama o yıllarda hemen her evde ya başköşede ya da kuytu bir yerde bu basit araçtan mutlaka bulunurdu. Tahtadan, tenekeden, yaldızlı metallerden yapılanı bile vardı. Resmi bayramlarda yardım kuruluşlarına paralar o kumbaralar ile toplanırdı. Şöyle ki, biri kız öbürü erkek iki çocuk, birinin boynunda yardım pullarını taşıyan ROZET KUTUSU ve TOPLU İĞNE öbürünün boynunda da bir KUMBARA asılır idi. Biri rozeti vatandaşın yakasına iğneleyip iliştirirken, öbürü kumbara ile öne çıkar, parasını kumbaraya attırırdı o kişinin.
“TAŞINMAZLARIMIZ SATILAN OLDU”
Piyasada hep madeni para vardı. Kâğıt parayı hatırlamıyorum. Kumbaralarımız ya bizimdi, pazardan alırdık paramızla ya da banka verirdi, ücretsiz. Paralarımızı istediğimiz sürece evde o kumbaralarda biriktirir, sonra bankaya götürür açardık. Miktar banka cüzdanlarımıza işlenirdi. O yılların toprakla uğraşan tarım ürünlerine dayalı devleti zamanla sanayiye kaydı. Şeker fabrikaları, mensucat (bez, basma, tekstil) fabrikaları, çimento fabrikaları, okul, hastane o biriken paracıklarla yapıldı. Diğer yandan, Osmanlı borçlarını ödedik, alnımızın akı ve devlet olmanın onuruyla. Neticede kalkınma hızı yüksek, hayat pahalılığı düşük, borçlu olmayan bir devlet oluyorduk.
Aradan 70 yıl geçmiş. O taşınmaz varlıklarımız şimdi taşınan, satılan Cumhuriyet değerleri olarak günümüz iktidarının açıklarını kapatıyor. Bugün, yerden yere vurduğumuz, sata sata bitiremediğimiz o Cumhuriyet kurumları, o minnacık paracıkların eseri değil midir?
Hayal bu ya, zaman zaman düşünürüm. Bugünkü zenginliğimizin oluşumunda 70 yıl önceki çocukluğumuzda kumbaralarımızla biriktirdiğimiz o isimsiz kuruşçukların yeri ve önemi yok mudur? Şimdiki çocuklar ve günümüz zenginleri kumbarayı ve onun işlevini bilirler mi acaba?
Düşünmeye değmez mi?
Dr. Beşir DOSTER
USİAD Bildiren Dergisi 58. Sayı
Derginin 58. Sayısını okumak için tıklayınız
www.usiad.net