Sayılar Değerin Göstergesi Değildir

USİAD Bildiren

2012’de tüm zamanların ihracat rekoru kırıldı, ithalatımız azaldı ve cari açık bir önceki yıla göre önemli ölçüde geriledi. Bu sayılara bakınca oldukça mutlu olmamız gerekiyor. Ama biliyoruz ki sayılar kalitenin ve değerin göstergesi değildir.

Pek paylaşılmayan başka sayılara bakalım. Aynı 2012’de büyüme hızı, önceki yıla göre % 9’lardan % 3’ün altına indi.
Önceki yıllarda yaptığımız değerlendirmelerde 2000’lerin başında %20’lerin üzerinde olan tasarruflarımızın milli gelire oranının %12’ler seviyesine gerilediği vurgulanmıştı.
Şimdi % 10’a düştü. Çin’de tasarruf oranının %40’larda, Kore’de %30’ların üstünde olduğu, bizde de on sene önce bu oranın %20’lerin üstünde seyrettiği düşünüldüğünde üretmeden tüketmeyi ve rekor kıran büyüklükleri el parasıyla yaptığımız ortada.
Aralık 2012’de açıklanan IMF Ülke Raporu bu gerçeği açık bir şekilde gözümüze sokuyor. Raporda özetle; tasarruf gücünün son 15 yılın en düşük noktasında olduğu, bunun sonucu olarak, yurt dışı kısa vadeli kaynaklara bağımlılığın yüksek oranda arttığı ve yatırım ve üretimin tamamen bu kaynaklarca belirlenme noktasına geldiği vurgulanıyor ve önümüzdeki beş yıllık dönemde, nüfus artış hızı hariç tutulduğunda, Türkiye’nin yıllık ortalama yüzde 2-2.5 aralığında büyümesinin beklendiğinin altı çiziliyor.
Kısaca, Türkiye tasarruf yapmıyor, yatırıma kaynak aktarmıyor, dış kaynağa bağımlılığı artıyor ve dolayısıyla sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme gösteremiyor.

İMALAT SANAYİMİZ NE DURUMDA?

Türkiye’nin yüksek katma değerli üretime dayalı bir büyüme stratejisi olduğu çok kuşkuludur. 2000’lerin başında imalat sanayi brüt katma değerinin milli gelir içindeki payının en yüksek olduğu ilk 15 ülke içinde Türkiye vardı. Şimdi yok. 2000’lerde banka kredilerinin yarısı imalat sanayi tarafından kullanılırken, şimdi bu oran %20’ye gerilemiş durumda. O zaman, demir-çelikte, otomotivde, televizyonda rekor kıran üretim sayılarına ne demeli.
Aynı şey; sayılar kalitenin ve değerin göstergesi değildir.
Tüm açıklanan kocaman sayıların yaldızları kazındığında bu gerçek ortaya çıkıyor. Bir örnek, demir-çelikte üretim ve ihracat rekorları kırıyoruz. 2011 yılında, 34,1 milyon ton ham çelik, 31,9 milyon ton nihai mamul üretimi gerçekleştirmiş ve 17 milyar dolar tutarında çelik ihraç etmişiz. Geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirilen atılımlar sayesinde ülkemiz dünyanın en büyük 8. çelik üretim merkezi haline gelmiş. Ama madalyonun bir de öbür yüzü var. Dünyadaki en büyük çelik ihracatçısı ülkelerin birim fiyatlarına bakınca başka gerçekler ortaya çıkıyor. Türkiye, çelik ihracatında 11. sırada iken birim fiyatta 36. sırada yer alıyor ve fiyatlarımız dünya ortalamasından tonda yaklaşık 500 dolar daha aşağılarda seyrediyor.

 

Diğer bir yıldız sektöre, otomotive bakalım. 25-30 sene önce otomotivde mekanik sistemler ağırlıktayken önemli bir yan sanayi yetkinliği kazanmış ve büyük bir yerlilik oranı yakalamış olan ülkemizde otomotiv sanayi, önce elektronik ardından da mikro-elektromekanik sistemlerin (MEMS) ağırlık kazanması ile bu gelişmeye ayak uyduramamıştır. Bir ülkede kaç adet otomobil üretildiğinden daha önemli olan otomobilde hangi kritik teknoloji setlerine sahip olunduğu ve bunlarla hangi ürün gruplarının küresel tedarikçisi konumunda bulunulduğudur. Bu bakımdan iyi bir gelişme gösterdiğimizi söylemek zordur.

Bir diğer önemli sektöre, televizyona bakalım. Çok iyi bir zamanlama ve coğrafi konumumuzu çok iyi kullanarak tüplü televizyon dönemini yakaladık ve başta Avrupa olmak üzere büyük pazar yarattık. Yeni görüntüleme teknolojileri bağıra bağıra geldi ve biz buna ayak uyduramadık, tabir-i caizse artık otomotivdeki gibi montajcı konumundayız.
Örnekler çok. Strateji belgelerinde Avrasya’nın makine üretim üssü olma hedefi var. Oysa bu alanda açık ara net ithalatçıyız ve daha da kötüsü demir-çelik, seramik gibi önemli sektörlerimizde tüm makineleri ithal ediyoruz. Sonuçta; Türkiye kilogramı 1.5 dolarlık mal üretebiliyor. 2023 hedefimiz ilk 10 ekonomi arasına girmek.
İlk on ekonomi ise kilogramı 3.5 dolarlık mal üretiyor. Daha da kötüsü biz 1.5 dolarlık malı ancak önemli ölçüde 3.5 dolarlık mal ithal ederek üretebiliyoruz.

BİLİM-TEKNOLOJİ-SANAYİ DİYE BİR MESELEMİZ VAR MI?

Bilim, teknoloji ve sanayi artık birbirinden çok etkilenen ve birbirine önemli girdiler sağlayan kavramlardır. Bu gelişmeye bağlı olarak dünyadaki planlara baktığımızda bu üç kapsamın olabildiğince birlikte ele alındığını ve bu planlarda araştırma-teknoloji geliştirme ve inovasyon (ATGİ) eko-sistemini yaratmanın en önemli ajandayı oluşturduğunu görüyoruz. Ülkelerin ekonomik başarısı; stratejik öncelikler çerçevesinde planlanmış, uzun vadeli ve yeterli yatırımlarla, tutarlı ve kararlı bir şekilde ilgili tüm aktörlerle birlikte oluşturulan yüksek katma değerli üretimi hedefleyen Bilim-Teknoloji ve Sanayi politikalarına ve bunların yol haritalarına bağlıdır. Çoğu ülkenin kalkınma deneyimlerinde öncü sektörlerin oluşumunun ve özel bir şekilde desteklenerek gelişimlerinin sağlanmasının öndekileri yakalama ve küresel rekabetçilik politikalarında kritik bir rol oynadığı bilinmektedir.
Dünyada bazı sektörlerde yıllar artık aylar mertebesine inmiş durumdadır. Bunlar aynı zamanda en çok fırsatların olduğu alanlardır. Örneğin biyoteknoloji.
2008’de ABD’de sadece biyolojik bilim araştırma ve geliştirme faaliyetleri için 32 milyar dolar harcanmıştır. Bu alanın en önemli özelliklerinden biri temel araştırmalardan başlayan bir gelişme silsilesi izlemesidir. Bilindiği gibi, temel bilimlerin olmadığı yerde mühendislikte olmaz. ABD liderliğini temel bilimlere borçludur. Güney Kore ve Çin temel bilimlere ayırdıkları bütçeyi 2 misline çıkarmışlardır.
Oysa ülkemizdeki hükümet programlarına bakıldığında bu konuların gündemde olmadığı görülmektedir. Temel Bilimlere ayrılan kıt kaynaklar daha da azalmakta, bu gelişmelerin bir sonucu olarak üniversitelerin temel bilim bölümlerine (FKM Biyoloji) hemen hiç talep olmamakta ve bu bölümler hızla kapanmaktadır. 2012’de bizim toplam Ar-Ge harcamamız ise yaklaşık 3.65 milyar dolara ancak ulaşmıştır.
Plan ve programlara bakıldığında sadece ve sadece “kentsel dönüşüm” adı altında bir imar ve arsa rantı çılgınlığı yaşandığı görülmektedir. Ülkenin tüm sanayi varlıkları satıldıktan sonra, şimdi sıranın topraklara geldiği ve tüm ekonominin inşaat ve yapı sektörüne dayandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu çok tehlikeli gidiş, şimdilik kalite ve değerin göstergesi olmayan koca koca sayılarla ve kritik bir büyüklüğe ulaşması zor, kökü bize ait olmayan kimi buluşlarla pompalanan umutlarla yaratılmaya çalışılan imaj ve illüzyonlarla maskelenmektedir. Ama bu gidişin sonunda zaten önemli sorunları olan sanayimizin ve zaten çok yetersiz olan bilim ve teknoloji stokumuzun dünyadaki gelişmelerin daha da uzağına düşeceğini anlamamız gerekiyor. Zaten bilim-teknoloji ve sanayi diye bir meselemiz kalmadıysa o zaman bu yazılanlar da boşuna.

 

MAHMUT KİPER
Metalurji Mühendisi

USİAD Bildiren Dergisi 59. Sayı  yazısı

Derginin 59. Sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net