Ekonomik Akıl “Finansal Kurnazlık”tan Öcünü Fena Alıyor!

Bizden Haberler

Kıbrıs Rum Kesimi ekonomisinin perişan hali ortada. Yunanistan perişanlıkta ondan bir parmak geride. Avrupa Birliği (AB) üyesi diğer ülkelerin ekonomileri de çoğunlukla “berbat” durumda. Aralarında sadece berbatlıkta derece farkı var. Görece en iyi durumda gibi gözüken birkaç ülkenin hali de “kötünün iyisi” olarak anılıyor!..

Elbette Amerika Birleşik Devletleri’ nin (ABD) ekonomisi de Yunanistan kadar değilse de İngiltere kadar, hattâ biraz daha fazla kötü. Japonya’nın ekonomik durumu keza hiç iç açıcı değil. Zaten resmen 2008 Eylülünden beri “kıdemli kapitalist ülkeleri” ve Yunanistan türünden onların yörüngesindeki AB üyesi diğer ülkeleri sarsan, sallayan “Büyük Kriz”in 20. Yy’daki ünlü “29 Krizi”yle eşdeğer tutulması da depremin aynen 1929’daki kadar ağır olmasından ötürü.

Krizin fotoğrafları, bir başka deyişle “deprem”in yol açtığı dramatik toplumsal ve siyasal sonuçları ekonomik verileri bugüne dek çok sergilendi. O nedenle biz bu yazımızda Kriz’in fotoğrafından ziyade röntgenini çekmeyi deneyeceğiz. Aslında eMaR’ını sunmak daha da iyi olurdu ama dört, beş sayfaya sığmaz! “Röntgeni” bile o yüzden sınırlı tutacağız.

Röntgen filminde görülenlerin iyi / doğru algılanıp doğru yorumlanması, rapor edilmesi için ilkin gerekli önbilgileri öz olarak belirterek konuya girmek gereğini duyuyoruz. Zira “fotoğraf”ta çıplak gözle “sonuçları” rahatça görmek mümkün. Bakmasını bilmek / görmeyi istemek / görmezden gelmemek yeter. Oysa “röntgen” filminde “sonuçları” değil “nedenleri”  görmek / göstermek, algılamak, yorumlamak söz konusu; dolayısıyla “çıplak göz”den daha fazlası gerekiyor. Zaten “Bilim”i “Betimleme”den ayıran da bu.

İlkin çok kısaca da olsa Ekonomi ile Piyasa arasındaki “görünmez el” mekanizmasının nasıl işlediğine değinelim zira bugün bile, sağda solda okuyup yazanlar bile bu konuda düpedüz lehte veya aleyhte “masal” anlatıyor – çoğu farkında bile olmadan!

EKONOMİK AKLA KARŞI FİNANSAL KURNAZLIK!

“Serbest piyasa”: birey karşısında da, devlet karşısında da kör ve sağırdır. Yerçekimi kadar “diktatör”dür, yerçekimi kadar “vicdansız”dır. Şu farkla ki: Piyasa, Doğa’nın bir türevi değil, Toplum’un icadıdır. Dolayısıyla toplumun piyasayı yönetip yönlendirmesi, insanlar aynen yerçekimine kendi yararlarına olacak şekilde uyum sağlamalarında yaptıkları gibi akılcılıkla kavranabilir, akılcılıkla hayata geçirilebilir.

Şundan emin olabilirsiniz: Piyasa’nın vicdanı olmadığı gibi dini de, Allah’ı da yoktur! Fakat Piyasa’nın kendine yetecek kadar yâni piyasada olup bitenleri tartacak ve ekonomik akıl ile ilişkisini değerlendirebilecek kadar bir aklı vardır! (“Piyasanın aklı” genelde ‘ekonomik akıl’ denen şey değil; piyasanın bir görünmez el gibi işlediği sırada onu yöneten, yönlendiren ve en önemlisi piyasadaki işlemleri ekonomik akılın parametrelerine göre değerlendiren “akıl”dır. Kıttır, kendi başına yaratıcılığı yoktur; ekonomik akıla bağımlı çalışır. Ama bu kadarı bile az şey değildir!) Dolayısıyla piyasa ile baş edebilecek kadar bir akıl ve beceri göstermezseniz çarpılırsınız! Birey, girişimci, şirket, devlet… fark etmez; sadece vadesi, şiddeti, şekli değişir (temerrüt, iflas, haciz, vs. vs.)!

PİYASANIN TAŞI İLE PİYASANIN KUŞUNU VURANLAR!

Piyasa ile baş etmenin yolu, doğru yolu “ekonomik akla” uygun davranmaktan geçer.  Ekonomik aklı, keza piyasanın aklını “sollayıp” geçmek onu zorla, zorbalıkla bastırmaya çalışmak veya tanımazdan gelmek ise; bir yolu da “sağından” yani kurnazlıkla, hileyle dolanıp geçmektir. Piyasayı “sollayıp geçme”yi seçenlerin sonunu gördük: Koca Sovyetler Birliği ve benzeri “devlet sosyalizmi” rejimleri ekonomi tıkanıp kaldığı için yıkıldılar. Gorbaçov, makas değiştirmeyi denedi olmadı. Çin’de Deng Siao Ping ise başardı. Bugün Çin’in eriştiği nokta meydanda.

1980’lerde hortlayan neo-liberalizmin 2008’den itibaren iflasında belirleyici olan etkenler de aynen devlet sosyalizmi gibi ve o kadar piyasaya zararlı ve ekonomik akıla ters bir içeriğe sahiptir. Ekonomi ile Piyasa; Ekonomi ve Piyasa ile Devlet arasındaki ilişki, karşıtlık, terslik kadar Piyasa ile Sermaye arasındaki çeşit çeşit oyunlar, Ekonomi ile Finans arasındaki kurnazlıklar, spekülasyonlar da, son çözümlemede, görünüşte tüm Serbest Ekonomi ve Piyasa yandaşlığına rağmen aslında tehlikeli bir karşıtlık yaratmaktadır. Sonuçta 1929 Krizi gibi, keza 2008’den beri Batı’yı kasıp kavuran Büyük Ekonomik Kriz gibi sosyal bedeli ağır bir gerçeklik durumu: dizginsiz, yâni ne şekilde, ne yolla olursa olsun sadece “para kazanma” eksenli olarak izlenen piyasa yolunun da çıkmaza götürdüğünü bir kez daha ortaya koymuştur.

Bunu biraz açalım: Ekonomi’nin ve Piyasa’nın “taşı” Para’dır. “Taş” burada akıl oyunu Satranç’taki taşlar anlamındadır, onun gibi işlev görür. Aklını daha iyi kullanan, hamlelerini ustaca yapan “kazanır”. Yalnız bir de akıl yerine kurnazlık yapmayı tercih edenler vardır, hattâ öyleleri daha da çoktur. Onlar piyasanın taşıyla piyasanın kuşunu vurmayı hedef alırlar. Yâni “taş” yine Para’dır ama bu kez “oyun” satranca hiç mi hiç benzemez, taşla “kuş” avlamaya benzer! Burada “kuş” derken neyi kast ettiğimizi ârif olan anlar; biz oyuncuyu / avcıyı ve oyunu / avı anlatalım:

Ekonomi / Piyasa ağzında bu olay çok yerinde bir ayrımla dile yansır – “reel” [gerçek] ekonomiden söz edilir, bir de onun yanında “finans piyasaları” konu edinilir. Para’nın “Piyasa’nın taşı” olduğu doğrudur / gerçektir de bunun kadar gerçek lakin acı gerçek şudur ki finans âleminde olup bitenler satrançtan ziyade kuş avlamaya; “oyuncular” avcıya benzer! Sapan: finans piyasalarıdır. Oyuncular en basit tefeciden en büyük bankalara, finansal yatırımcılara uzanan geniş yelpazede forma giyerler. Üstelik “fair play” ender bir istisna; “kandırma”, “aldatma”, karşındakinin “zaafından yararlanma” âdetâ kuraldır! Bu durumda finanstan ayırırken “reel ekonomi” denmesi çok yerindedir.

Kendi “doğal” hallerinde Ekonomi ve Piyasa’nın kendilerine özgü belli birer “aklı” vardır. Ne ki kurnazlığa daha yatkın insanlar Finans / Para üzerinden Ekonomiye de, Piyasaya da çalım atmayı, “kuş avlama”yı tercih etmektedirler! Rekabet genelde bu zeminde geçmektedir…  Aşağı yukarı 2000 yıldır her düzeyde (haneden saraylara, özel veya kamusal şirketlerden şehir devletlerine, ulus devletlerine, yerel, sektörel, bölgesel piyasalardan küresel ölçeğe ve her borsaya kısacası ekonominin, piyasanın, finansın var olduğu her yerde) bir şekilde “ekonomik ve finansal krizler” çıkmasına, bu durumda şaşıyor musunuz?   İnsanlığın (insanlık / insanlar adına utanç verici olarak) bir türlü akıl erdiremediği / içselleştiremediği olgu şudur:

Gerçek: hayalden, sanaldan; Akıl: kurnazlıktan ve zordan üstündür.

Ne ki hayatın dinamik akışı içinde bunun kuvveden fiile çıkıp kendini gerçekten göstermesi az veya çok zaman alır lakin o oranda da az veya çok hasar verir, deprem yaratır…

Türkiye’nin veya dünyanın her hangi bir yerinde meydana gelmiş bir “ekonomik/malî kriz”e ilişkin bilimsel çözümlemelere bakınca şunu fark edersiniz: hep, bir veya birden fazla şey ters gitmiştir!

NEYE GÖRE TERS?

O tersliği veya terslikleri yaratan / tetikleyen her ne olursa olsun (hesap hatası, uzağı görememe, kıt akıl, kıt sermaye, bütçe açığı, aşırı borçlanma, rekabette zaaf, savurganlık, rakiplerin baskısı, paranın zayıflığı, emperyal müdahaleler, vs., vs.) asıl önemli husus şudur ki bu etkenler, son çözümlemede, temelde hep ekonominin gerçeğine de, aklına da bir şekilde terstir. Geri tepmiştir! Alınan birtakım palyatif önlemler ise günü kurtarmak yâni sorunun çözümünü (dolayısıyla kaldırılacak yükü) daha da ağırlaştırmaktan başka bir sonuç vermez. Gerçek/doğru çözüm anca eldeki verileri yeniden düzenleyerek, üretici güçler ve üretim ilişkileri, o halde, reel ekonomi ve piyasa düzeyinde yeni bir kurgu (bu kez ekonomik akla uygun bir kurgu) oluşturacak yeni ve yaratıcı bir ekonomik akıl ve siyasal bilinç sayesinde olur. Devletin, iktidarın, siyasal önderliğin kısacası ekonominin maddesi karşısında İrade’nin belirleyici rolü o noktada kendini gösterir. Kısacası İnsan (hane / şirket / ulusal ekonomi / rejim) ya batar ya da üste çıkar! Ama bu, ekonomik akla karşı gelerek değil, onun üstünde bir akıl ve bilinçle, krizdeki statükoyu aşıp dinamik bir yeni kurgu oluşturmakla olur. Bu da slogan ve ezber öğreti işi değil, bilimsel ve dinamik bir kuramsal bakış eseridir…

Böyle olunca Piyasa da kıt aklının ve olmayan insafının faturasını öder. Finansal kurnazlığa yakından ve güncel haliyle bakalım:

Ekonomiyi “ay” gibi düşünürseniz Finans aslında onun genelde “görünmeyen yüzü” gibidir; ya da Ekonomiyi “kalp” gibi algılarsanız (atışlarını duyarsınız) Finans o kalbi besleyen kanın aktığı “damar” gibidir.

İşte 1970’lerden başlayarak ve giderek bir çığ gibi ivme kazanan bir tempoda Finans, küreselleşmeyle birlikte bu sessiz ve görünmez rolünden sıyrılarak öne çıktı. O kadar ki zaten şekillenmesinde öncü ve öndegelen bir kurucu rolü oynadığı küreselleşmenin başta gelen bileşenlerinden biri konumunda bulunuyor.

Elbette boşuna değil, rastlantı değil, hele bir “komplo” (yani bir iki emperyalist odağın planlı tezgâhı) hiç değil! Sadece kapitalizmin veya pazar ekonomisinin kendi gelişimi içinde baş gösteren bir gereksinime bulunmuş bir yanıt, bir “çözüm”, bir “çare”. Daha doğrusu “gibi”!

Adım adım gidelim: Neydi bu gereksinim? Sermayenin, entropi yâni ‘‘kâr haddinin azalması yasası’’ (Marx) uyarınca kâr elde edebileceği yeni pazarlar bulma gereği ile yine aynı yasa uyarınca girişimcilerin çektiği sermaye bulma sıkıntısı. Bir yandan, 1970’lerde yükselen petrol fiyatları sayesinde petrol üreticisi devletlerin kasalarında biriken muazzam petro-dolarlar; diğer yandan iletişim teknolojisinde gerçekleşen çağ açıcı ilerlemeler ile ona eşlik eden ve bankacılık sisteminde “sermayenin serbest dolaşımı”na olanak veren mevzuat düzenlemeleri biraraya gelince 1980’lerin başında hızla serpilip büyüyen bir küresel finans sistemi gerçeği doğdu. Sermaye fazlası olanlar ile sermaye açığı olanlar buluştular.

“GERÇEK” EKONOMİ-“SANAL” FİNANS MI?

Olup biteni sözü daha fazla uzatmadan şöyle toparlayabiliriz: Aranan kan, bulunan çözüm o kadar ‘cuk oturdu’ ki âdetâ oksijen sarhoşluğu yaptı! Hattâ tıpkı “uyuşturucu bağımlılığı” gibi bir süre sonra iki taraflı olarak bol sermayeye (ranta) alışan bir ilişki ağı yarattı. Sonuçta gerek çeşitleri, gerekse yarattıkları sermaye tutarı her geçen yıl âdetâ astronomik olarak büyüyen finans araçları, kısacası âdetâ “yoktan sermaye türeten” ve bir tür “saadet zinciri” kuran finansal “türev piyasaları” oluştu. Bunun bir tarafında: buna gereksinim duyanlar, talep edenler; diğer tarafında: bu talebi karşılayan irili ufaklı on binlerce finansör ile bu piyasalara yatırım yapan yüz binlerce yatırımcı (spekülatörler, tasarruf sandıkları, rantiyeler, vb.) saf tuttu.

ABD’yi, İngiltere’yi, İspanya’yı sarsan ve gitgide konuttan başka sektörlere de yayılma eğilimi gösteren “mortgage” kredilerinde gözlemlenen iflaslar bu sanal sermaye türetmede sonunda karşılaşılan kaçınılmaz “balon patlaması” olayıdır.

Zira başlangıçta tamamen bir gereksinime ustaca karşılık veren ve bunu olağan yollardan gerçekleştiren bir açılım (yukarıda değindik, küresel düzeyde sermayenin serbestçe dolaşabilir hale gelmesi) bir zaman sonra zıvanadan çıktı ve “asalak bir finans oligarşisi”nin elinde “aşırı dozdan ilaç zehirlenmesi” etkisi yapmaya başladı. Şimdilerde yaşanan krizin finansal boyutu budur. Aynen karşılıksız para basma gibi gerçek (reel) Ekonomi’den kopmuş; hayali, sanal (karşılıksız kredi borcu) bir finansal sermaye ve artı o süreçte ortaya çıkmış ve yine kârlı yatırım alanı arayan muazzam bir reel finansal sermaye söz konusudur. Sanal olanı birbiri ardına çökerken ve bu çöküşte o sanal sermayeyi kullanan da, kullandıran da iflas ederken (Merkez Bankaları ve ABD’de devlet müdahalesi ile bu çöküş sınırlandırılmaya çalışılıyor) rantiyelerin elinde birikmiş muazzam finansal sermaye de “serseri ve asalak sıcak para” kimliğiyle konacak yatırım alanları arayışındadır.

FİNANSI YÖNETMEK

Finans kesiminde muazzam ve büyük küresel deprem yaratacak bir alay sanal sermaye balonu olduğu ve bunların teker teker patlamaya devam edeceği ne kadar gerçekse, diğer yandan son otuz yıl içinde bu süreçte oluşmuş ve reel ekonomi yanında kendi başına yapay da olsa büyük bir özerk ağırlık edinmiş “gerçek” bir finansal sermaye olduğu da bir başka olgudur.

Uzun sözün kısası: Günümüzde ve ekonomisi belli bir ağırlığa, derinliğe sahip tüm ülkelerde tek başına reel ekonomiyi yönetmek, keza maliyeyi de 1980’lerden çok öncesine ait, çoktan aşılmış, eskimiş bir zihniyetle götürmeye kalkışmak olacak şey değildir. Yâni bu demektir ki Türkiye’de ve dünyada hâlâ eski kafadaki “uzmanlar” ile yeni finans gerçeğine sırt çevirerek veya onu görmeden, kavramadan tek başına ekonomiyi anlamak, hele yönetmek, ayakta tutmak imkânsızdır.

Hayatın, eskimiş kitaplarda yazılanlara sığmayan veya ideal değerlere ters düşen lakin beğensek de beğenmesek de “var olan” karmaşık bir gerçekliği vardır. “Sadece ekonomiyi iyi bilen” ama finanstan anlamayan bir akademisyen, hele hele bir Maliye Bakanı (örnek olsun Ecevit’in Maliye Bakanı Zekeriya Temizel) aynen sadece işin finans yanını dikkate alan ama reel ekonomiyi hiçe sayan bir Merkez Bankası Başkanı kadar işe yaramaz, dahası zarar verir.

Hele Türkiye gibi ekonominin dengesi finansın pamuk ipliğine bağlı, büyük bir cari açık ve aşırı bir iç ve dış borç ile yüz yüze, “sıcak para” sahiplerinin vurgun alanı durumunda bir ülkede bu, doğru kere doğrudur. Batı dünyası ise daha da beter durumda. Gördük ve görüyoruz.

 

Ekonomist Nazım GÜVENÇ

USİAD Bildiren Dergisi 61. Sayında yayınlanan makale

Derginin 61. Sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net