“İthalat ve ihracat arasındaki fark Türkiye’nin en büyük topallığıdır”

USİAD Bildiren

Prof. Dr. Gülten Kazgan: “İthalat ve ihracat arasındaki fark Türkiye’nin en büyük topallığıdır”

Hükümetin son zamanlarda sıkça bahsettiği Cumhuriyetin 100. Kuruluş yıl dönümüne denk gelen “2023 hedefleri” konusunda Derneğimizin danışmanı ve Bilgi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim elemanı Prof. Dr. Gülten Kazgan’a sorduk.

Kazgan bu hedeflerin ekonomik ağırlıklı hedefler olduğunu belirterek Türkiye’nin önemli iki bacağı konumunda olan ithalat ve ihracat’ın dengelenmesi konusunda eksiklikler olduğu bununda topal ilerleyen bir Türkiye’ye sebep olacağını belirtti. Gülten Kazgan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi ilginize sunuyoruz.

 

Hükümet son yıllarda sürekli olarak söylediği 2023 yılı hedefleri var. Bunlar ağırlıklı olarak ekonomik hedefler. Peki, siz hükümetin Cumhuriyetin yüzüncü yılına denk gelen bu hedefleri ve söylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin 2023 hedeflerinden Türkiye’de kişi başına milli gelir 25 bin dolar olmasına yönelik. Bu rakama ulaşıldığında Türkiye en üst gelirli ülke sınıfına dâhil olacak. Bugünkü hesaplamaya göre dünyada 25 bin dolar kişi başına geliri olan ülkeler en üst gelirli ülkeler sayılıyorlar. Türkiye henüz bu gelir grubunda değil. Üst orta gelir grubu sınıfındadır. Kısaca şunu da belirteyim Dünya Bankası sıralamasında ülkeler dört gruba ayrılıyor; yoksul ülkeler, alt orta gelir grubu ülkeleri, üst orta gelirli ülkeler ve en üst gelirli ülke sınıfına girmektedir.

Türkiye şu an üst orta gelirli ülkeler sınıfında ve amaç en üst gelirli ülke sınıfına ulaşmak. Bunu 10 yıl içinde yapılması düşünülüyor. Türkiye üst orta gelirli ülkeler sınıfa 2002 yılı itibariyle dâhil oldu. Daha önce 1997 yılında Dünya Bankası tarafından bu sınıfa alınmıştı ama 1999 yılındaki kriz sebebiyle düşen gelirler Türkiye’yi tekrar bir sınıfa geriye çekmişti.

Bugün üst orta gelirli ülke sınıfında kişi başına gelir de 10 bin 800 dolar olarak saptandı. Bizim üstümüzdekilerde bu gelir düzeyi 25 bin dolar. Yani bu demek ki Türkiye bir sınıf daha atlayabilmesi için gelir düzeyini on yıl içinde iki buçuk artırması gerekiyor.

Türkiye’nin birinci hedefi böyleyken bir de ikinci hedefe bakalım; yine ülkelerin gelir sıralamasında milli gelirin büyüklüğü itibariyle hedef vardır. Dünyada bildiğiniz gibi ABD eski Başkanı George W. Bush yeni bir sınıf oluşturdu; G20 sınıfı. Bu sınıfa milli geliri en büyük olan ülkeler giriyor -kişi başına değil ama nüfus büyüklüğü de giriyor işin içine-. Milli gelir sınıflaması yapılıyor orada 20 ülke arasında yeri Türkiye hesabına göre 16 diğer hesaplara göre 17 sırada. Türkiye’nin hedefi ilk onluk gruba girmek çünkü bu grup dünya ekonomisini ve siyasetini yönlendiren grup.

Üçüncü hedef ihracat olarak ilan ediliyor. Yani Türkiye’nin ihracatı 2023 itibariyle 500 milyar dolara çıkacak deniyor. Bugün 200 milyar dolar civarında. Şimdi siz ihracat dediğiniz zaman bunun bir diğer ayağı var. Türkiye esas topallık bu iki ayağın birbirine uymamasından geliyor. Siz yalnız ihracatı hedefleyip ithalatı göz ardı ederseniz zaten topal olduğunuz nokta soru işareti yaratıyor. Yani sizin mutlaka ihracatla birlikte ithalatı da ilan etmeniz gerekir Türkiye’nin en büyük topallığı da bu işte.

İhracatının nerdeyse katı civarında ithalatı var. Bunları zaman içinde dengeye yöneltmek yerine giderek açıldı. Ve bu açıklıkta çok önemli sonuç getiriyor. Bir riskler attığı için dış dünya açısında sizin dışarıdan aldığınız kredilere faiz haddi artıyor içeriye girip yatırım yapmak isteyenler acaba diye düşünmeye başlıyor. Bütün derecelendirme şirketleri sizin notunuzu düşürüyor bu not düşmesi de faiz artışını getiriyor. Yani bu çok fazla sayıda sorun yaratan bir olar. Bu sorunların en büyüğü ise giderek büyüyen dış borç stoku yaratıyor. Bu borç stoku biliyorsunuz Osmanlı Devleti’nin batış nedenlerinden biridir. Türkiye’de büyük krizlerde biliyorsunuz dış borçlar ödemediği için bu krizler yaşanıyor. Özetle Türkiye’nin 2023 hedefi bu üçü, tabi bunlardan biri topal bir hedef.

“GÜNEY KORE 20 YILDA ÇOK CİDDİ SIÇRAMA YAPTI”

Türkiye’nin son büyüme rakamlarına bakacak olursak ekonomik gelecek açısında Türkiye nasıl bir grafik çiziyor?

Bir ülkenin büyümesi demek sizin sahip olduğunuz milli gelir denen büyüklüğün her yıl gösterdiği artış hızı sizin büyüme hızınızı belirle. Yani milli gelir bir trilyon dolarsa her yıl bunun yüzde on büyümesi demek yüz milyar milli gelirinize ilave yapılıyor demek. Bu büyümü hızını oluşturur. Bununda önemi sizin koyduğunuz hedefe ne kadar zamanda ulaşabilirisiniz, onu belirler. Şimdi 2012 yılı itibariyle 780 ile 790 milyar dolar arasında bir rakam. Bunun önümüzdeki on yıl içinde kişi başına 25 bin dolar gelir sağlaması için Türkiye’nin yılda yüzde 8 gibi bir büyüme hızı ile büyümesi gerekiyor. Bu çok yüksek bir büyüme hızı. Bunun başarabilen bir ülke var mı diyecek olursanız son 30 yılda bunu başaran Çin oldu. 1980 ile 2010 yılına kadar hiç aksatmadan yüzde 10 büyüdü. Tabi dünyada meydana gelen kriz zaman zaman Çin’i de etkiledi ve bu krizler ile politikasında değişiklik yaparak büyüme hızını yüzde 8’e çekti. Tabi bu Çin için bir düşüştür. Çin gibi bir ülke büyüdü ama Hindistan’da Çin kadar olamasa da yüzde 6-7 oranında büyüde. Ama diğer ülkeler arasında bu hıza ulaşan ülke sayısı az ve bu hıza ulaşanlar da Çin, Hindistan gibi Uzak Doğu ve Asya ülkeleri.

Japonya 1948 yıkımdan sonra 1968 yılında yani toplamda 20 yılda en üst gelirli ülkeler sınıfa girmeyi başardı. Bir de yeni büyüyen Güney Kore ve Tayvan iki ülke olarak toplam 20 yılda üst orta gelirli ülkeden en üst düzeye çıkabilmişlerdir. Süre 20 yıl bu dikkat çekici bir olay. Fakat yeni ülkeler arasında bu kadar böyle bir atlamayı yapabilen çok az ülke var. Hatta bunlar 20 yıldan bile daha kısa süre sürdü Güney Kore 18 yılda Tayvan 19 yılda sınıf atladı. Burada Güney Kore çok ilginç bir örnek. Geçmişten hatırlanacağı üzere Kore Savaşı zamanında Güney Kore Türkiye’den daha geri durumdaydı. 1960’lı yıllara gelindiğinde Güney Kore ile birlikte aynı sınıftayız. 1960’tan sonra Güney Kore öyle bir sıçrama yapıyor ki 2010 yılında en üst sınıfa yerleşiyor. Şimdi Türkiye 40 yılda alt orta gelirli ülkeden üst orta gelirli sınıfa yerleşiyor. Türkiye’nin en hızlı ve en çok büyüdüğü iki dönem vardır; birincisi 1930’lu yıllar Mustafa Kemal dönemi, İkincisi 1961-1971 yılları arasındaki dönem. Bu dönemlere Türkiye tarım ve imalat sanayisinde düzenli bir büyüme gösteriyor.

Peki, Türkiye’nin hızla büyümesi için ne gerekir?

Bir ülkenin hızlıca büyümesinin başlıca kaynağı o ülkenin milli gelir içindeki tasarruf oranı ve o tasarrufa yaptığı yatırımların oranıdır. Bakınız Çin yüzde 10 büyüyor. Ama Çin’in dudak ısırtacak düzeydedir bu oranlar. Çin’e bu tasarruf dürtüsü Konfüçyüs geleneğinden geliyor. Çin’in tasarruf oranı milli gelirinin yüzde 40’ıdır. Bu inanılmaz bir rakamdır ve yatırım oranı da bu yüzde 40’tır. Dolayısıyla yüzde 40 yatırım yapan Çin, yüzde 10 hatta bazı zamanlar yüzde 12 büyüyor. Uzak Doğu’da küçük ülkeler de aşağı yukarı bu durumda.  Türkiye’ye bakacak olursak 1990’lı yıllarda Türkiye büyük zorlukla hükümet içerde halk tasarruflarının oranın yüzde 20’ye yükseltti. Yatırım oranı da yüzde 22-23 civarındaydı. Aradaki yüzde 2-3’lük fark dış borçlanmayla karşılanıyordu. Tabi dış borçlanma büyümesin diye de bu yapıldı. 1980’lerden büyük borç devraldı ekonomi o itibarla Türkiye’nin tasarruf yatırım oranları birbirlerine yaklaştı. Fakat 2000’li yıllara gelinirken Türkiye krize girdi ve IMF geldi. Türkiye girdi bu krizde 22 bankası battı ve IMF programlarına uymak zorunda kaldı. Burada ilginç olan IMF Türkiye’ye verdiği kotanın 4-5 kat üstünde kredi açmasıydı ve söylentiye göre bunun arkasında ABD vardı. Biz 2008 yılı ortasına kadar IMF denetiminde kaldık. Dolayısıyla IMF programıyla yaşadık. Bu programının amacı enflasyonu düşürmek amacıyla yapıldı. Bu yüzden IMF Türkiye’nin büyümesini, sanayileşmesini ve üretimini göz ardı etti. Başta ABD ve AB ülkeleri Türkiye’ye karşı ekonomik açıdan daha söz sahibi olamaya başladı.

“İNOVASYONDAKİ EN BÜYÜK EKSİK EĞİTİM SORUNU”

Türkiye ihracatındaki inovasyon ürünlerinin payını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnovasyon yenilik yaratmak demektir ve bu yenilik kafadan atmakla olmuyor tabi. İnovasyon için araştırmaya yatırım yapılmalı, o yatırımla birlikte gereken beyinler desteklenmeli ve o beyinleri yetiştirmeye yatırım yapılmalı diye bir zincir gidiyor. İlk başta yapılması gereken matematiğe, fen bilimlerine ağırlık vereceksiniz, eğitimin ağırlığını o alana kaydıracaksınız, imam hatip okullarına değil. Ek olarak eğittiğiniz adamların eline fon vereceksiniz ve fonları araştırmaya yönelteceksiniz. O araştırmaların sonucunda bir şet ortaya çıkacak. Türkiye’yi Güney Kore ile karşılaştırırsak; Güney Kore ihraç mallarının yüzde otuzunun üstündeki bir bölümü inovasyon ürünleridir. Türkiye’nin 2000’lerin başında yüze bir buçuk, 2010’a geçerken yine yüzde bir buçuk bugün gene yüzde bir buçuk. Nedir aramızdaki bu fark ve bu fark nerden kaynaklanıyor? Fark çok basit, Güney Kore ‘zehir’ gibi beyinler yetiştirdi! Güney Kore’deki okulların büyük çoğunluğu matematik ve fen bilimleri ağırlıklı okullar ve sonuç olarak da inovasyonda çok ileri bir yere gelmiş durumda. Sadece Güney Kore değil Çin, Tayvan gibi ülkelerin ihraç ürünlerinin büyük çoğunluğu inovasyon ürünleridir. Türkiye’de ihraç ürünlerinin çok küçük bir kısmının inovasyon ürünlerinin oluşmasında temel faktör eğitim kalitesinin çok düşük olmasıdır. O ülkelere oranlara eğitim düzeyi düşük olan Türkiye’nin eğitim yapısı da zayıftır. Örnek olarak; iki bölümlü ilkokullar. Birinci grup sabahın köründe gidiyor öğlen çıkıyor, diğer grup öğlen gidiyor akşam çıkıyor. Bu eğitim sistemi çok ters. Fonları artık camiye değil eğitime aktarmalıyız. Son rakamlara göre Türkiye’deki cami sayısı 75 bin olmuş. Sonuç olarak Türkiye’de eğitimin yetersiz olması ve araştırma geliştirme iyi olmaması inovasyonda başarıyı getirmiyor. Fakat şuna da dikkat çekmek istiyorum; Türkiye son yıllarda tasarım konusunda baya gelişmeler gösterdi.

Tüm bu yaşananlara rağmen ihracat rakamları hep bir artış söz konusu bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim ihracat artışı için çok büyük bir maliyet girdi devreye, Türkiye Arap ülkelerine yöneldi. ‘Arap Baharı’ denen olayla Türkiye buralara satış yapmaya başladı fakat ‘bahar’ ne zaman ‘son bahara’ döndü ihracat başka ülkelere kaydı. Tabi bu işler Orta Doğu’nun durumu sebebiyle çok maliyetli işlere dönüştü. Ticaret artık Ro-Ro gemileriyle yapılıyor. Arap ülkelerine ürün satacak biri önce kara yolu ile İskenderun’a götürdüğü malını gemilerle taşıyor sonra oradan da tekrar araçlara yükleyip yerlerine ulaştırmaya çalışıyor. Yani on liralık ürün satıyorsak her halde beş lirasını yollarda harcıyoruz. Türkiye’nin dış ticareti birinci olarak böyle oldu. Bir de göz boyama durumu oldu. Türkiye son zamanlarda çok fazla miktarda külçe altın ithal eder oldu. İthal edilen külçe altını İran’a ödeme olarak da kullanıyoruz tabi bunun haklı bir gerekçesi de var; ABD İran’a dolarla ödemeyi yasakladı. Türkiye’de İran’dan aldığı doğalgaz parasını altın ile ödüyor. Tabi altın para olarak değil de kıymetli maden türünden bir geçerliliği olduğu için ihraç edilen ürün listesine dâhil ediliyor.

“ÇİN İLE AYNI KOŞULLARDA YARIŞA GİREN TÜRKİYE TOZ OLUR”

Türkiye son zamanlarda Şanghay İşbirliği Örgütü’ne yakınlaşmaya başladı. Bu durum için Türkiye’nin ekonomi politikası doğuya doğru kayıyor denilebilir mi?

Türkiye’nin ‘Şanghay Beşlisi’ diye tabir edilen ülkelerle işbirliği yapması normal bir durum. Türkiye isterse bu ülkelerle anlaşma yapabilir. Ama önce şunu söylemek istiyorum; biz Şanghay ülkeleriyle rekabet edelim diye bu işbirliği örgütüne dâhil oluyorsak çok saçma bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Türkiye -Çin ki en büyük ihracatçı- Çin gibi bir ülkeyle aynı rekabet şartlarında mal satarsa Türkiye toz olur. Çünkü Çin’nin rekabet gücü bugün dünyada kimsede yok. Bugün Türkiye Çin’den yüz mal ithal ediyorsa karşı tarafa yirmi mal satıyor. Peki, Türkiye’nin sattığı ürünler hangileri? O ürünler; tütün fındık gibi ürünler. Türkiye Çin gibi Japonya gibi ülkelerle rekabete girmesi akıl dışı bir durumdur. Avrupa’ya bakacak olursak orda en büyük ihracatçı Almanya. Euro’nun değerli bir para olması ile Almanya’nın yaptığı ithalat da daha bir güçlü ve iyi oluyor.

 

Söyleşi: Deniz Toprak

USİAD Bildiren Dergisi 62. Sayında yayınlanan söyleşi

Derginin 62. sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net