Yaz mevsimi geldi yine denizde boğulup ölme vakaları baş gösterdi. Bazen yüzme bilmek de yetmiyor ama bilmeyenler hele bir de söz gelimi Karadeniz gibi dalgalı, girdaplı sularda girenler bazen özellikle de kıyıdan biraz fazla açılmışlar veya dalgaya kapılmışlarsa ne yazık ki sonra karaya boğulmuş olarak vuruyorlar / çıkartılıyorlar.
Bununla birlikte bu elim vakalardan kalkarak önlem almak için daha çok çaba sarf edilse de bireysel istisnalar dışında kimse denizi “yasaklama”yı veya “kurutmayı” filan ciddi ciddi düşünmüyor! Her neyse, ben asıl sözü Piyasa’ya getirmek istiyorum.
“Piyasa” da çok can yakıyor, kesin! Üstelik sadece insanlık kapitalizme geçeli değil. Piyasa Hititler, Sümerler zamanında da vardı, o zamanlar da piyasa kurbanları söz konusuydu. Kısacası Piyasa ile Kapitalizm özdeş değildir. Kapitalizmin kötü, yerine göre çok kötü olduğu doğrudur. Yalnız kapitalizmden kurtulmak adına “piyasayı kaldırmak”, ekonomiye küfür etmek, lanet okumak belki bireysel planda bir süre insanın içini ferahlatabilir, belki stres atmak gibi bir işlev görebilir lakin toplumsal boyutta bir çözüm, bir çare değildir. Hattâ büsbütün kötü ettiği bir gerçektir. SSCB ve doğu Avrupa ülkelerinde piyasanın yasaklandığı, ekonominin ekonomi olmaktan çıkartıldığı “devlet sosyalizmi” örneklerinin sonu ortada. Çin’in ise 1978 sonunda piyasayı resmen tanımaya karar vermesinin ardından 30 yılda nasıl dev bir atılım yaptığı da bir gerçek. Piyasayı “yasaklamış” Kuzey Kore’nin ne halde olduğu da nesnel bir gözle bakınca olanca somutluğuyla görülür: Güney ile Kuzey Kore arasındaki sınır kaldırılsa Kuzey Koreliler mi güneye koşar “kurtulmak” için yoksa Güney Koreliler mi?
Şu temel lakin bugün bile, örnek olsun Türkiye’de, hem de kendini Marksist sayan / sanan ve dahası okuyup, yazan, hattâ kimliğinin önünde bayrak gibi “Prof. Dr.” unvanını dalgalandıran “ekonomi hocalarınca” bile bir türlü doğru dürüst anlaşılamayan, anlatılamayan bir gerçeği belirterek, vurgulayarak konuya girelim:
PİYASA BİR VERİDİR, BİR TERCİH DEĞİL
Dahası temel bir veridir; kendini dayatan bir veridir. Nesnel bir gerçektir. Yâni insanın keyfine, bilip bilmemesine kalmış bir şey değildir. “Yerçekimi gibidir, Ekonomi içinde Piyasa özünde tıpkı yerçekimi işlevi görür” desek yeridir.
Şimdi bunu biraz daha açalım, önce, Piyasa’nın kendisi açısından bu ne anlama geliyor bir irdeleyelim:
Bu veriyi bilmemek, anlamamak, onun “yerçekimi” gibi bir “temel veri” olduğunun farkında / bilincinde olmamak veya olmak onu / piyasayı hiç mi hiç ırgalamaz! Ekonomi varsa o da vardır ve dolayısıyla yapacağını yapar!
Yeryüzünde, Doğa’yla birlikte var olan ve onun ayrılmaz bir bileşeni olarak işlev gören Yerçekimi, düşünün bir, nasıl işliyor, nasıl işlev görüyor. Sonra Piyasa’ya bakın. Aynen öyledir. Yâni?
Yâni Doğal Yerçekimi nasıl / ne kadar nesnel ise, bir başka deyişle, Allah’ı, gözü, kulağı, kalbi, vicdanı, kayırması, acıması yok ise, İnsan eliyle yapma / yapay Doğa olan Ekonomi’nin yerçekimi Piyasa da aynen öyle işleyen bir düzenektir.
Ekonomi ile birlikte, ekonominin çapı ile doğru orantılı olarak işler; kalbi, gözü, kulağı yoktur lakin kendine göre bir “beyni” vardır, devasa bir bilgisayar gibi ekonomi üzerinden kendisine girilen verileri çözümler ve “kendi kafasınca” (“piyasa mantığı”), ama fanatik hayranlarının “Ekonomik Akıl” olarak varsaydığı özel yazılımına göre, çözer, değerlendirir ve işler. Bunun İnsanlar için ne anlama geldiğine, iyi mi, kötü mü ne sonuç vereceğine o, hiç mi hiç “kafa yormaz”! “Piyasa mantığı” denen şey işte böyle çalışır. Adam Smith’in piyasayı anlatırken görünmez el dediği şey de işte bu görünmeyen ama etkisi yaşanan “akıl”dır. Bu “ekonomik akıl”dan ayrı bir şeydir, tamamen piyasanın iç işleyişine odaklı ve onunla sınırlı bir “akıl” veya “mantık”tır. Farkı daha iyi anlatmak üzere ilkin “ekonomik akıl”a kısaca değinelim.
NEDİR “EKONOMİK AKIL”
Çok öz olarak şöyle anlatabiliriz:
‘‘Pazar için mal üretimi’’ adı verilen ekonomik atmosfer altında, ekonomik akıl dediğimiz şeyin bir dizi parametresi vardır ve o, bunların sentezinden yahut birlikte hareketinden oluşur. Bu parametreler arasında herhalde en başta geleni değer (veya emek-değer) olsa gerektir. Bir başkasına rekabet, bir diğerine kâr denebilir. Fiyat bir başka parametredir. Sonuç olarak üretilen malın değeri toplumsal açıdan benzeri başka mallarla rekabet edebilir olmalı, öyle ki onu üreten veya pazarlayan kâr edebilmeli, dolayısıyla fiyat mekanizması piyasanın değer gerçeğini yansıtmalıdır. Bunlardan birinde meydana gelen bir aksama veya gerçeğe aykırılık önünde sonunda şu veya bu şekilde bir olumsuzluk olarak kendini gösterir.[1]
Sovyetler Birliği’nde, örnek olsun, metro biletinin fiyatı Batılı ülkelerinkilerle kıyaslandığında inanılmaz derecede düşüktü, çünkü gerçek birim maliyetinin çok altında bir fiyat uygulanırdı. Diyelim, bilet küçük bir kârla, bir ruble [lira] fiyattan satılması gerekirken on kopek [kuruş] fiyatla satılırdı. Ekonomik akla aykırı bu durumun güya toplumsal bir açıklaması / doğrulaması vardı: ulaşımı herkes için çok ucuz kılmak. Oysa o metro işletmesinin bu yüzden uğradığı zarar topluma son tahlilde çok daha pahalıya mal olan bir yük haline dönüşüyordu. Çünkü fiyatlar gerçeği yansıtmıyordu ve gerçeği sonsuza dek çiğneyemezdiniz. Sonunda acısı hem de acı bir şekilde çıkardı.
Piyasanın varlığını kabul veya ret etmek, İnsanlığın sınıflı toplum devrinde, Ekonomiyi hiç mi hiç ırgalamaz – aynen yerçekimi gibi. Tersine davranırsanız bedelini ödersiniz! Ekonomik akla uygun davranırsanız yâni attığınız her adımın ekonomik sonuçlarını öngörebilme / değerlendirebilme yeteneğine ve verimsiz davranışların refaha katkısı olmaz bilincine eğer sahipseniz kazanırsınız; aksi halde zarar edersiniz, kaybedersiniz.
Gelelim yine Piyasa düzleminde / Piyasa açısından çok daha önemli ve çok çok daha az bilinen bir özelliğe.
PİYASANIN AKLI
“Piyasanın aklı” (genelde “ekonomik akıl”la karıştırılan şey değil; piyasanın bir görünmez el gibi işlediği sırada onu yöneten, yönlendiren “mantık”), çapının Ekonominin genişliği ölçüsünde yatay boyutta engin / yaygın olmasına karşılık, bundan daha önemlisi (lakin en başta da piyasa karşıtlarının farkında bile olmadıkları) çok önemli bir eksiklikle illetlidir. Dikey boyutta yüksekliği veya derinliği çok küçüktür, çok kısadır, çok dardır! Kendisinin bir yaratıcılığı yoktur.
Bütün aklı (ki yine de hiç de az şey sayılmaz) kâr eksenli olarak işini büyük bir beceriyle fakat hep sadece ve sadece bunu âdetâ sonsuz bir döngü şeklinde yapmaktan ibarettir. Onun için diyebiliriz ki:
PİYASANIN VİCDANI YOKTUR, AKLI KITTIR!
Bu, ilk bakışta fark etmesi güç, hele “serbest piyasacı”ların bile pek görmedikleri zor algılanır özelliği somut olarak yine piyasada büyük bir başarıyla varlık göstermiş biri yerli, diğeri yabancı iki ustanın dilinden ve onları bu anlamda büyük bir bilinçle aktaran iki yazarımızın aracılığıyla vereceğimiz iki somut örnekle daha anlaşılır kılacağımızı umuyoruz.
Birinci örneğimiz, Cumhuriyet gazetesi Bilim – Teknoloji eki yayın yönetmeni Orhan Bursalı’nın ‘Serbest Piyasa’ Çözmez, Kardeşim! başlıklı ve akıl, bilinç dolu yazısından:
“(…) Sanayide AR-GE politikaları konusunda önde gelen liderlerden Jan Nahum, 250 bin küçük ve orta boy işletmelerin AR-GE eğitimi, uygulamaları, proje geliştirmeleri ve piyasada yenilikçi ürünleriyle yer alması için devlet tarafından desteklenmesinin şart olduğunu söylüyor, ayrıca, Rekabet öncesi işbirliği’nin önemine değiniyor ve ülkemizde işbirliği kültürünün gelişmediğine işaret ediyordu. Nahum’un dedikleri arasında iki konu çarpıcıydı […]:
“Birincisi, başka ülkelerde çok az rastlanan bir şeye, insanımızın hırs küpü niteliğine işaret etmesiydi:
“Bu hırsı bir politika dahilinde kanalize etmeyi becerse ülke, yüzde 5-6 büyüme oranını belki de katlayacağız, Çin efsanesi gibi yüzde 15’lerde büyüyeceğiz!”
“Nahum, devlet ve ve ülke politikalarının yokluğunu dile getiriyor aslında. Ülkenin büyük düşünebilme ve büyük kapasiteleri büyük politikalarla yaratma ve gerçekleştirme konusudur bu! Yani ‘Ulusal bilim ve teknoloji politikaları’… Sanayide, bilim ve teknolojide, bilgi toplumu olma yolunda büyük atılımlar yapan ülkelerin hepsi, ülke politikalarıyla bunu başardı ve başarıyor! Geri zekâlı piyasaya bırakırsanız geleceğinizi, kısır kâr sarmalı içinde kendini kaybeder! Hangi serbest piyasa işleyişi ile açık kapatmak, öndekileri yakalamak, geri [ve geride] kalmışlıktan kurtulmak, sürekli kriz sarmalına düşmemek gibi dertleri olan bir ülke, başarmıştır?” (a.b.ç.)[2]
İKİNCİ ÖRNEK ALINTIMIZ
“Dünyanın en yaratıcı beyinlerinden APPLE Computer’un kurucusu Steve Jobs’un ölmeden birkaç ay önce verdiği son röportaj”dan.[3]
Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar, aynen Orhan Bursalı gibi büyük bir farkındalıkla, akıl ve bilinçle sunuyor ve aktarıyor:
“Steve Jobs gibi ‘Deha’ kişilerin, hayatlarının olgunluk çağında, hırs ve ihtiraslarından arındıkları günlerde verdikleri röportajlar, yaşamın şifrelerini içinde barındırır…
“APPLE’ın kurucusu, o son röportajında öyle bir laf etti ki, donup kaldığımı hissettim…
“Üstadın zekâsına bir kez daha hayret ettim… APPLE’ın kurucusu o yıllardaki en büyük rakibi IBM’i anlatırken şöyle diyordu Steve Jobs:
“Milyarlarca dolarlık IBM’in temel hatası, zaman zaman, büyüyen her şirket gibi APPLE’da da görülen bir hataydı… Bu şirketler iyice büyüdükten bir süre sonra, onları esas büyük yapan ‘içerik yaratıcıları’ndan yavaş yavaş arınmaya başlarlardı.
“Çünkü şirket büyüdükten sonra daha büyümesinin yolu satış ve pazarlamadan geçiyordu. Satış ve pazarlamada iyi olan elemanlar şirket içinde bir süre sonra yükselmeye başlıyorlardı. Bu durum doğal görünüyordu, çünkü onlar gelir getiren elemanlardı.
“Oysa satış ve pazarlamacıların bir temel eksiği vardı… O da üretilen ürünle ilgili hiçbir şey bilmezler. Ürünün içeriğini, ne olduğunu, niye öyle olduğunu bilmezler, çünkü o içeriği onlar yaratmazlar. Sadece satışını ve pazarlamasını yaparlar ve onu iyi yaptıkça dev şirketlerin tepe noktalarını ele geçirirler…
“Bir süre sonra dev şirketlerde gerçek üreticiler, içerik yaratanlar devre dışı kalırlar. Şirketler gelir getiriyor gözüken satış ve pazarlama elemanlarının fiili egemenliği altına girer…
“Bu durum IBM’in en büyük hatasıydı. Biz APPLE’da o zamanlar yarattığımız içerikle kendimizden kat kat büyük şirketi alt etmeyi başardık.”
Reha Muhtar, yazısının devamında kendisinin bir dönem Show TV’de iken yaşadıklarını anlatıyor, sözü yeniden APPLE’a getiriyor:
“Televizyonlarda yıllardır içerik namına “yeni” dediğimiz bir şeyin olmamasının altında Steve Jobs’ın anlattığı sır yatar:
“Ürünü üreten insanların, içerik yaratan yaratıcıların [Ekonominin maddesi – ürün ve insan birlikte] devre dışında kaldığı sistemler, bir süre sonra satış ve pazarlamacılarını da [rekabetçi piyasa] yok ederler. [Piyasada] Satmak ve Pazarlamak için, [Ekonomide] yaratmak lazımdır önce çünkü…”
Bu ikinci alıntı, “piyasanın aklı” konusunun yanında Piyasa ile Ekonomi arasındaki eşsiz diyalektiği açığa vurması bakımından da ayrı bir önem taşıyor. Yâni: PİYASA, EKONOMİ VARSA VAR.
Ekonomi’nin doğumu öncesi, uzun “Geçim-Tutum” evresinde piyasa yoktu, ona yakın / onun eşiği mertebesinde takas vardı. Piyasa, Ekonomi ile / Ekonomi’nin sayesinde ortaya çıktı. Daha o tarihte “kapitalizm” de yoktu. En az iki bin yıl sonra, Sanayi Devriminin sonucu olarak kapitalizm doğdu! Elbette piyasa da, o sayede, potansiyelini / yeteneğini çok daha yaygın ve zengin, güçlü bir şekilde göstermek olanağını buldu. Ancak bu olgudan hareketle piyasa ile kapitalizmi “bir ve özdeş” sanmak / saymak gerçeğe şaşı bakmak olur. Piyasa kapitalizmden ziyade ve önce ekonomiyle bağlantılıdır. Bunun ayırt edici önemi şurada:
Piyasada, evet doğru, alış-verişe yön gösteren bir “görünmez el” var; bu anlam ve çerçevede piyasanın bir “aklı” da var. Lakin “ürün ve hizmet üreten insan” yâni teknik / teknolojik icat yapandan, işe kol emeğiyle katkı sağlayan (= mavi yakalı), kafa emeğiyle (= beyaz yakalı) katkı verene; yatırım, girişim yapana dek her düzlem ve düzeyde insan birlikte rol oynamazsa, hele onların dinamik ve yaratıcı aklı olmazsa tam da Orhan Bursalı’nın alıntıladığı Jan Nahum’un dediği gibi, bir kısır döngü sarmalı içinde ekonomi anca kendi kendini tekrar ederdi. Daha açık bir ifadeyle, “yapay Doğa” niteliğindeki Ekonomi dinamik bir tempoda seyretmezse, gelişmezse Toplum da fiilen yerinde sayar, kendi kendini bir kısır çevrim içinde tekrarlar durur.[4]
Piyasanın varlığı ve işlemesi de, kıt aklı da bu kısır döngüyü kırmaya yetmez. İnsanlık tarihi bunu olanca somutluğuyla gösteriyor.
[1] Aslında, değer dışında sözünü ettiğimiz tüm parametreler onun alt açılımlarıdır; bir başka deyişle, “değer” [eldeğiştirim değeri] kavramı ile dilegetirilen olgunun / etkinliğin yapıtaşlarıdırlar. Bunlardaki bir eksiklik veya aksaklık kaçınılmaz olarak birbirlerini etkilemekte / bozmakta ve sonuçta “değer”e yansıyarak ekonomide sorunlara yol-açmaktadır. Yeri gelmişken bir daha vurgulayalım: “Modern Çağ ekonomisi”nin bu değer yasası henüz / hâlâ evrensel ve mutlak olduğu içindir ki SSCB ve diğer benzeri ülkelerde bu alt-unsurların eksikliği, bozukluğu, işlemezliği ekonomide “geçerliliği” olan gerçek değerin bir türlü oluşamamasına neden olmuş ve sonunda ekonomi göçmüştür. Gelişmekte olan ülkelerde de yine aynı nedenle ekonomi bataktan çıkamamaktadır. Gelişmiş ülkelerde mikro ve /veya makro ekonomi düzeylerinde yaşanan krizler de yine hep söz konusu alt unsurlarda başgösteren aksaklıkların dışavurumudur. Özetle: İster tek bir işletme söz konusu olsun, ister bir bütün olarak ülke ekonomisi, “eldeğiştirim değeri”ni oluşturan bu alt-unsurlarda görece daha başarılı olanlar daha ileri gitmekte / ayakta kalmaktadırlar. Ne zamana dek? Modern Çağ Ekonomisi’nin yani pazar için mal üretimi ekonomisinin diyalektiği hükmünü sürdürmenin sonuna gelesiye, “eldeğiştirim değeri”nin bir değeri kalmayıp salt “kullanım değeri” bir değer ifade eder konuma yükselesiye. Şair’in dediği“güzel günler”de…
[2] Orhan Bursalı, Cumhuriyet Bilim Teknik, 5.10.2007 no: 1072. “ ‘Serbest Piyasa’ Çözmez Kardeşim!”
[3] Reha Muhtar, Vatan, 23.10.2012. “Steve Jobs’un İşadamlarının kulağına küpe olacak sözleri”.
[4] Marx’a gelinceye dek tarihin bir çevrim içinde döne döne geliştiği anlayışının (siyasal bilimin kurucusu Machiavelli’de bile) yaygınlığının ekonominin bu kendi kendini tekrarlamaktan ve sonunda durgunluğa gömülmekten kaynaklanan özelliğinin yansıması olduğu akla geliyor.
Nazım GÜVENÇ
USİAD Bildiren Dergisi 64. Sayında yayınlanan makale
Derginin 64. sayısını okumak için tıklayınız
www.usiad.net