“Sıcak para hükümetleri dönemi bitti”

Uncategorized

Faik Öztrak: “Sıcak para hükümetleri dönemi bitti”

CHP Ekonomik Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak, Türkiye ekonomisini ve siyasi iktidarın ekonomi politikalarını değerlendirdi. İstikrar efsanelerinin yıkıldığını belirten Öztrak, çözümü de şöyle ifade etti: “Üreteceğiz, zenginleşeceğiz, adil paylaşacağız, büyümeyi sürdürülebilir hale getireceğiz.

Bu politikalarla Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk 10 ülkesine sokmak için çaba harcamalıyız ki, bu ülkeyi orta gelir tuzağından kurtarabilelim.” Sayın Faik Öztrak’la yaptığımız söyleşiyi ilginize sunuyoruz…

 

Başbakan ekonomide yaşanan kur tırmanmasına bağlı dalgalanmanın esas nedeninin Gezi Parkı olayları olduğunu söylemişti. Sizce durum nedir?

Ekonomik dalgalanmaların gerisinde Gezi Parkı eylemlerinin olduğunu söylemek, hem bu konudaki gerçek nedeni gizlemek, hem de piyasaların ısınmasının suçunu Gezi Parkı kıvılcımıyla sokağa dökülen milyonlara yüklemek demektir.

Piyasadaki ani değişimler 22 Mayıs’ta başlamıştır. Hatırlayın bu tarihte ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Bernanke, Ben artık bugüne kadar dünyaya verdiğim likiditeyi azaltmaya başlayacağım” demişti. Burada sormamız gereken soru şu: Neden bu açıklamadan Türkiye diğer ülkelere göre daha fazla etkilenmiştir? OECD ve Dünya Bankası neden “bu likidite azalmasının en fazla Türkiye etkilenecektir” değerlendirmesinde bulunmuşlardır?

Bunun nedeni açıktır. Türkiye’nin döviz cinsinden yükümlüklerinin artışı ciddi seviyeye gelmiştir. 2002’de AKP iktidara gelmeden önce ülkenin döviz açık pozisyonunun GSYH’ya oranı % 37 iken, 2013 yılında % 55’e yaklaşmıştır. Oysa bizim gibi yükselen ekonomilerde bu oranın % 40’ı geçmemesi genel bir kriterdir. Bu oran bizde ne zaman % 40’ı aşmışsa ekonomide ciddi sıkıntılar baş göstermiştir. Bu oran 2007-2008 sıkıntılarında da % 40’ı geçmişti, ama bugünkü gibi % 50’lerin üzerine de çıkmamıştı.

Bu oran, anlayana şunu söylemektedir: “Sizin bu ekonomiyi götürebilmeniz için sıcak paraya ihtiyacınız vardır! Ekonominiz sıcak para bağımlısıdır!”

22 Mayıs’tan Ağustos ayına kadar kur TL aleyhine yüzde 11 değer kaybına uğramış. 400 milyar dolar civarında döviz açığı doğmuştur. Bu oranı döviz açığı ile çarptığınızda karşınıza yaklaşık 90 milyar TL’lik bir rakam çıkmaktadır. Bu rakam, kurun 1,8 TL’den 2 TL’ye çıkması nedeniyle ülke bilançosuna yazdığınız bir zarardır.

Borsaya bakalım… G20 ülkeler arasında borsası en fazla değer kaybeden ülke Türkiye. Borsada değer azalışı şirketlerin toplamda yaklaşık 174 milyar Dolar değer kaybetmesine yol açmış durumda. Bunun anlamı birilerinin servetinin azalması demek.

Eğer borsadaki hisse senetleri bankalardan kredi alınmasında teminat gösterilmişse teminat açığı doğacak ve bu nedenle yatırım yapan/yapmayan ama ticari faaliyetini sürdürmek isteyen her girişimciyi ciddi biçimde etkileyecektir.

SICAK PARA AKIŞINDAKİ AÇIK KARA PARADAN MI KARŞILANACAK

Sizinle önceki görüşmemizde (Mayıs sonu) Merkez Bankası faiz indirimleri yapıyordu. Size o zaman, “Faiz indirimi yıllardan beri uygulanan düşük kur-yüksek faiz politikası ile çelişmiyor mu? Artık yurt dışından para gelmesin mi isteniyor? Oysa ‘Varlık Barışı’[1] vb. önlemler de alınıyor. Bunu nasıl açıklayacağız?” diye sormuştum. Verdiğiniz yanıt ilginçti… Okuyucularımıza o zamanki yanıtınızı da aktaralım.

AKP sözcüleri hem yüksek faize gelen sıcak paradan şikâyetçi gözüküyor; bu görüntüyü kurtarmak için Başbakan ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Merkez Bankası’na baskı yaparak faiz indirimi yaptırıyor. Hem de ülkenin net döviz dengesi için “varlık barışı” adını verdiğiniz bir düzenleme ile ülkeye döviz getirmeye çalışıyor. Böyle bir düzenlemeyi 2008’de de yapmışlardı. Olmadı. Bugün bunu yeniden gerektirecek bir şeyler var ki, alelacele bu yasayı çıkardılar.

Veya PKK parasından mı?

Geçmişte yaşanan süreçlere baktığımızda bu “varlık barışı”nın yaşanan süreçlerin bir parçası olup olmadığı konusunda kaygı duymamak elde değil. Bu husus Başbakan ile Abdullah Öcalan arasında İmralı’da kurulan görüşme masasından çıkan bir durum mudur? Yani terör parasının aklanmasına yönelik bir husus mudur? Bu durumda, olayın yasallığının ve meşruiyetinin tartışmalı olması yanında, “haram” para ile “helâl” parayı da karıştırmış oluyorsunuz. Haram ve helal hassasiyeti olduğu iddiasındaki bir iktidarın bunu yapması bir çelişki değil midir?  Düşünün, % 2 gibi son derece düşük oranda bir vergi ile helale haram katıyorsunuz.

Ya da “Varlık Barışı” ile Offshore-Leaks dosyasındaki adlar mı aklanıyor?

Diğer bir sebep de şu olabilir: Bu düzenlemenin amacı, Offshore-Leaks’de[2] yer alan para sahiplerinin isimlerinin ortaya çıkmamasını sağlamak olabilir. Çünkü Türklerin ülke dışında offshore bölgelerde bulunan kayıt dışı paralarının ileride bilgi değişimi çerçevesinde ülkelerin deklare etmesi uygulamasının başlayacak olması nedeniyle, bir aklama tedbiri olarak da görülüyor.

“FAİZ İNDİRİMİ” FİYAKASININ ÖMRÜ 2 AY SÜRDÜ

Faiz indirimlerinin kalıcı olması için cari açıkta bozulma olmaması gerekir; ama oluyor.

Faizleri indirirken enflasyonun altında faiz oranı belirleyerek negatif reel faize doğru gidiyoruz. Negatif reel faiz TL değerlenmeyecekse dolar cinsinden faizi de düşürecektir.

Dolar cinsinden faizler düştüğünde yabancı dışarıya çıkmaya başlayacaktır. Bunu önlemek için siz faizi çıkartmaya başlayacaksınız; ama nereye kadar?

Cari açığın yüksekliği, enflasyonun hedefe yaklaşmamış olması nedeniyle faiz indirimleri sanki bir gösteriş oldu. Kısa sürede MB faizleri düşürürken enflasyonun yükselmeyeceğini öngörüyor. Bakıp göreceğiz. Enflasyon oranı hedeflenenden uzakta. Burada kalacak mı, ciddi tereddütlerim var. Çünkü enflasyon yukarı doğru seyrederse TCMB faizleri tekrar yukarı çekmek zorunda kalacak.

DEĞER KAYBINDA PARAMIZ DÜNYA DÖRDÜNCÜSÜ, BORSAMIZ DÜNYA BİRİNCİSİ OLDU

Evet, 2 ay önce bunları söylemiştiniz. Ve o zaman belirttiğiniz gibi, faiz indirimi gösterisinin ömrü ancak iki ay olabildi… Şimdi bu ikinci konuşmayı Ağustos sonunda yapıyoruz ve iki ay önce indirmeye kalkışılan faizler Ağustos başından beri devamlı yükseliyor. Önce kurda yükseliş, hemen ardından faizlerde yükseliş… Bu dalgalanmalar kimleri etkileyecek?

Sizinle konuştuğumuz Mayıs ayında % 5 olan faiz Ağustos’ta  % 10’a çıktı. Bunun en büyük nedeni ekonominin sıcak paraya mahkûm olmasıdır. Küresel likiditenin sınırlanacağının ortaya çıkmasına kırılganlığı nedeniyle sert tepki vermesi faiz artışları en önemli sebebidir.

Faiz oranındaki bu artışlar ellerinde devlet tahvili olanların zarara uğrayacağını gösteriyor. Burada da zararı 23 milyar TL olarak hesaplayabiliriz. Kurdan, faizden, borsadan kaynaklanan toplam zarar neredeyse 300 milyar lirayı buluyor.

Bu zarar nedeniyle Merkez Bankası Başkanı hemen “kuru 1,92’ye çekeceğiz, faizleri indireceğiz” iddiasında bulundu. Böylece faiz oynaması ve Borsa üzerinden uğranan büyük zararın geçici bir zarar olduğu algısını yaratmak istedi.

Ama bu nafile bir çaba… Bu iddiayı gerçek kılacak bir ekonomik yapı da yok, sıcak para akışının tekrar yükseleceği şartlar da yok.

Şu anda paramızın değer kaybında dünya dördüncüsü, borsamızın değer kaybında dünya birincisiyiz…

3 ay gibi kısa bir sürede yaşanan bu sarsıntı elbette öncelikle borca batmış hane halkını etkileyecek. Giderek borçları ödemek zorlaşacak. Çünkü bir yandan hane halkının artacak enflasyon nedeniyle gelirleri azalacak; diğer yandan da yavaşlayan ekonomi nedeniyle yitirilen işler, kesilen maaşlar ve azalan gelirler olacak. Bu durumda bu insanlar ne yapacaklar?

Olay vahimdir. Türkiye çok kötü bir sürece girecektir. Sürekli söylüyor ve uyarıyorum. Bu hükümetin 10 yılın sonunda ülkeyi getirdiği kötü durumdan çıkmak için yapısal reformlara girişmek zorunludur. Bunlar yapılmazsa, uğranılan zarar ağır olacak ve halkımız büyük sıkıntılara düşecektir.

ÇARESİZLİKTEN İŞSİZLİK FONUNA GÖZ DİKTİLER

Bunları söylüyorsunuz, ama sizi cevaplayacak ve konuşacak kişi Ali Babacan ortalarda yok. Hiç konuşmuyor. Onun yerine Melih Gökçek konuşuyor. Bu ne anlam ifade ediyor?

Evet, Ali Babacan ortalarda yok. Acaba kendisi bu işlerden umudunu mu kesti mi? Ya da söyledikleri dinlenmiyor mu? Hoş konuştuğu zaman da çok ciddi hatalar yapıyor.

Bugün itibariyle ekonomiyi sıfır hata ile yönetmek gereken dönemdeyiz. Ama maalesef hükümet hata üstüne hata yapıyor. Merkez Bankası başkanın son konuşması ciddi hatadır. Zafer Çağlayan’ın ortaya çıkıp bambaşka şeyler söylemesi, Enerji Bakanının ” maliyetler yükseliyor, ama ben enerjiye zam yapmayacağım” diye iddialar ortaya koyması hata. Bunun aslında anlamı; ileride enerjiye çok büyük zamlar yapılacağıdır.

Hata üstüne hata yapılırken cin fikirler de ortaya çıkıyor. Şimdi işsizlik fonuna göz dikmişler. Bu fonu Türkiye fonu haline getirip Başbakanın İstanbul’daki yatırımlarında kullanmak istiyorlar. Bunu nasıl yapacaksın, diye soran yok. Bu paralar Hazine’de yatıyor; yani Hazine kâğıtlarında. Hazine bu parayı sana iade etmesi için parayı nerden bulacak? Hiç kimse kusura bakmasın cin fikirler dönemi bitti. Dünya yeni konjonktüre geçti.

KRİZİ SAVAŞLA AŞMA MACERACILIĞI

Bir de şu var: Sanki hükümetim son ekonomik dalgalanmalar nedeniyle Suriye savaşından nemalanmak istiyor gibi.

Yaşananlardan benim gördüğüm manzara şudur: Bu hükümet küresel likiditelerin bol olduğu dönemlerin hükümetidir. Sıcak para iktidarıdır. Küresel likidite daraldığında bunlar ekonomiyi yönetemiyor. Ve iktidarları da sallanmaya başlıyor. Bugün bu noktaya gelinmiştir. Ama iktidar ve yandaşları ekonomideki hatalarının ağır sonuçlarını aşmak için ekonomi dışı yollara da başvurmaya kalkışıyorlar. Bir Suriye savaşı kışkırtmak bunlardan biri…

Yapılan açıklamalara, analizlere, hükmet yanlısı medyaya baktığımızda son zamanlarda yaşananların suçlusu Suriye.“Her şey iyi gidiyordu, ekonomi yolundaydı, hükümet hep doğruları yaptı. Ama ne yapalım Suriye’de savaş çıktı ve bu nedenle ekonomi bozuldu” düşüncesi yayılmak isteniyor. Kapanan sıcak para musluklarının bir Suriye savaşı ile açılması hayalleri kuruluyor. Bu bir maceradır ve bundan medet ummak AKP denizinin bittiğini göstermektedir.

“BEN GİDERSEM İSTİKRAR BOZULUR” EFSANESİNİN SONU

Bununla gelecek seçimlerde AKP’nin oy kaybına uğrayacağını söyleyebilir miyiz? Ekonomide yaşanan bu durumlar AKP’yi geriletir mi?

Vatandaş cebindeki paraya musallat olanı görüyor, yaşam standardı düşüyor ve yükselmiyorsa bunu yapanlara oy vermez. Gider yaşam refahını yükselteceğine inanacak, bu iddia ile ortaya çıkan ve kendisini ikna edecek partilere oy verir.

Bu hükümet 2009’dan itibaren ülkeyi borçlandırdı. 2011 seçiminde de, “Eğer biz gidersek istikrar bozulur, borçlarınızı ödeyemezsiniz” diyerek vatandaşı korkuttu. “Faizler artar perişan olursunuz” diye tehdit etti. Ama gelinen noktada halkı perişan edecekleri ortaya çıktı. 2002’de istikrar devraldılar. Bunu sürdürecek tek hükümetin kendileri olduğu propagandasıyla oy avcılığı yaptılar. Ama istikrar efsanesi, şimdi kendi ekonomi politikalarıyla yıkılıyor…

“PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ”

Bir dönem sona mı eriyor?

Çok ilginçtir, Reinhart And Rogoff’un yazdığı bir makaleyi zaman zaman refere ettiğimde bana “artık paradigmalar değişti” deyip itiraz ederlerdi: “Hayır artık işler böyle değil. Dünyada likidite bolluğu devam edecek!” Paradigma bu idi…

ABD Merkez Bankası’nın 2007 ilk yarısında bilançosu GSYH’nın % 6’sı iken, 2013’ün ilk yarısında bu % 22’ye çıkmış. Bu oranı Amerika’nın taşımasına olanak yok. Buna oturup baksalardı; likidite bolluğunun sürdürülemez olduğunu göreceklerdi. Yükselen ekonomiler için bunun makaleleri yazılmış. Ortak kanaat olarak belirlenmiş. Bu ortada iken siz çıkıyor diyorsunuz ki, “Dünyada likidite bolluğu devam edecek!”

Ekonomiyi iyi yönetemememiz nedeniyle dünyada likidite bolken Türkiye’de sel oldu, rekabet gücümüzün canına okundu. Likidite durduğu zaman da çöl oldu.

Yeni paradigma ne olmalı?

Üretim olmalı. Üretmek, üretmek, üretmek… Gencinize iş bulacak, yurt içi tasarrufları artıracak, bu tasarrufları yatırıma yönlendirecek ortamı sağlayacaksınız. Paylaşım da çok önemli… Bu nedenle sosyal destek hizmetlerinizi dünya konjonktürüne göre ayarlayarak, konjonktür değişikliklerinden vatandaşınızın gelirinin bariz değişikliklere uğramamasını sağlayacaksınız. Vatandaş belli gelirin eşiğinin altına düşmeyeceğini bilecek.

Bunun dışında, “likidite bollaşacak”, “FED bunu yapacak, şunu sınırlayacak”, “borçları çevirebiliyoruz” gibi ülkeyi borç batağına sokacak politikalar dönemi bitti.

“ÇİN GİBİ DEĞİL, ALMANYA GİBİ OLACAĞIZ”

Bunun yanında çok iyi örgütlenmiş işgücü piyasalarına sahip olmamız gerekiyor. Yani güçlü sendikalara ihtiyacımız var. Bu sendikalar vasıtasıyla katma değeri iyi paylaşalım. İyi paylaşarak da güçlü bir talep tabanı yaratalım. Burada güçlü sendikacılıktan kastım; sadece ücret sendikacılığı değildir.

Aslıda 2009’da IMF ile Dünya Çalışma Örgütü Stockholm’de yaptıkları bir toplantıda ekonomik krizlerden çıkış için güçlü bir sendikacılığın gerektiğini ortaya koydular.

21. yüzyılda biz, genç nüfusumuzu yüksek katma değer yaratan insanlar olarak yetiştirmeliyiz. Biz Çin gibi olamayız. İşgücümüz verimli olmayacak ama düşük ücretle çalışacağız. Bu olmaz. Bu şekilde Alman işçisi ile rekabet edemeyiz. Bu nedenle yapacağımız şey; Alman işçisi kadar verimli olacağız, vereceğimiz ücretler Alman işçisinin aldığına yakın olacak, ama bir birim işgücü maliyetini Almanya’nın altında tutacağız. İşte o zaman rekabet edebiliriz.

“AKP DÖNEMİNİ TAMAMLADI”

Bugün yaygın görüş şu: “Bu ekonomik dalgalanmalar, Başbakanın üslup sorunu, Haziran halk eylemleri, Suriye cephesindeki başarısızlık nedenleriyle Amerika ve Batı Recep Tayyip Erdoğan’ın üzerini çizdi. Ama AKP’nin üstünü çizmedi. Parti yeniden dizayn edilecek. Yeni kişilerle vitrin süslenecek ve neoliberal parti olarak tekrar iktidarın en güçlü adayı yapılacak.” Bu görüşe katılıyor musunuz?

Katılmıyorum. Bu görüş hiç akla uygun değil. AKP bugüne kadar uyguladığı politikaların müptelası olmuştur. Bilgi birikimi, partinin kurumsal yapısında yani genlerinde küresel likiditenin bol olduğu dönemim politikaları vardır. Sadece bunu bilir. Bu genlere başka politikaları öğretmek olanaksızdır.

Artık bu iş AKP ile olmaz. Ne değiştirirlerse değiştirsinler bu genler nedeniyle AKP dönemini tamamlamıştır; yani misyonu bitmiştir.

Şimdi yeni paradigmalarla hareket eden, kontrollü piyasanın önemini bilen, saydamlığa önem veren, sosyal dengelerin korunmasının ne anlama geldiğinin farkında olan, istikrarın önemini ancak onun kadar hızlı büyümenin de ne denli önemli olduğunu bilen, verimliliği, rekabet gücünü artıracak tedbirleri alabilecek, üretmeden refah yaratmanın mümkün olamayacağının farkında olan bir iktidara ihtiyaç vardır.

Üreteceğiz, zenginleşeceğiz, adil paylaşacağız, büyümeyi sürdürülebilir hale getireceğiz. Bu politikalarla Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk 10 ülkesine sokmak için çaba harcamalıyız ki, bu ülkeyi orta gelir tuzağından kurtarabilelim.

FAİK ÖZTRAK KİMDİR?

1954’te doğdu. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi (lisans) ve Birmingham Üniversitesi’nde (yüksek lisans) okudu. Devlet Planlama Teşkilatı’nda Uzmanlık, Daire Başkanlığı ve Müsteşar Yardımcılığı; BDDK Başkan Yardımcılığı ve Hazine Müsteşarlığı yaptı. 23. ve 24. Dönem CHP Tekirdağ Milletvekili olarak TBMM’de “Akdeniz İçin Birlik Parlamenterler Asamblesi Ekonomik ve Mali Konular Komitesi Başkanlığı” ve “NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu üyeliği” görevlerinde bulundu. Halen CHP’de Ekonomik Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıdır.

KAYNAKÇA

 

[1]“Varlık Barışı”: AKP hükümetinin, Türkiye kökenli kişi ve kuruluşlar tarafından yurtdışına kaçırılmış veya yurt dışında edinilmiş “kayıt dışı”/”yasa dışı” (kara, kirli vb nitelikteki) servetlerin çok düşük bir vergiyle Türkiye’ye aktarılması karşılığı aklanmasını sağlamaya verdiği ad. Bu amaçla 21 Mayıs 2013 tarihinde çıkarılan yasa, “yurt dışında kayıt dışı iktisadi varlığı (para, altın, döviz, tahvil, hisse senedi, taşınmaz mal) bulunan kişi ve kuruluşların bu varlıklarının” çok düşük bir vergi ile Türkiye’ye getirilmesini ve yasallaştırılmasını öngörüyor. Yasa, ekonominin “dış kaynak” ihtiyacındaki, sıcak para akışındaki azalmadan kaynaklanan açığı kapatmayı amaçlıyor-(Editörün Notu).

[2]Offshore (ya da Offshore Banking): Kıyı Bankacılığı. Dünya kapitalist sisteminde, para sermayeyi, en düşük (sıfır) vergi uygulayıp (dolayısıyla) en yüksek faiz vererek en gizli hesaplarda tutan banka sistemine “Offshore Banking= Kıyı (Ötesi) Bankacılığı”  denmektedir. “Kıyı Bankacılığı”, bu sistemi uygulayan ülkelerdeki milli bankacılık sisteminin kapsamı dışındadır. O ülkenin vergi mevzuatından, yedek akçe gibi finans hukuku yükümlülüklerinden, kambiyo sınırlamalarından, her türlü denetim ve müdahaleden muaftır. Sistemin merkez ülkeleri tarafından, onların rıza ve onayı ile “Kıyı Bankacılığı”nın merkezi olarak belirlenen ve “vergi cennetleri” olarak anılan belli başlı “ülkeler”, İsviçre, Virgin Adaları, Seyşeller, Cayman Adaları, Bahreyn’dir. Bu özel “ülkelerde” üslendirilen bu “serbest bankacılık” türü, diğer ülkelerin serbest bölgeleri ile bu tür bankacılığa belli sınırlar içinde izin veren bütün ülkelerin bankacılık sisteminde, dövizli hesaplara uygulanmaktadır. “Offshore” sistemi bugün dünyada esas olarak silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, rüşvet, yolsuzluk, mafya yöntemleri, vergi kaçırma gibi yollardan elde edilmiş kara ve kirli paranın saklanması, aklanması ve uluslararası finans sistemine “aklanmış” olarak sokulması için kullanılmaktadır-(E.N.).

Offshore-Leaks: ABD başta olmak üzere devletlerin gizli ve hassas belgelerini ele geçirip açıklayan Wiki-Leaks kuruluşunun adından türetilen “Offshore-Leaks”, kıyı bankacılığının gizli hesapları ile ilgili bilgi ve belgeleri içeren dosyaya verilen addır. Alman Süddeutsche Zeitung gazetesi internet sitesi 4 Nisan 2013 günü manşetten verdiği haberde, “anonim bir kaynaktan aldığı”nı söylediği “yaklaşık 260 GB büyüklüğünde, 2,5 milyon dosya içeren ve ‘Offshore-Leaks’ olarak adlandırılan belgeleri” dünya medyasına servis yaptı. “170 ülkeden 130 bin kişinin kara para kaynaklı gizli hesap belgelerini içerdiği” söylenen Offshore-Leaks belgelerinde, adı bilinmeyen çok sayıda Türk zengininin de olduğu bilgisi dolaştı-(E.N.).

 

Söyleşi: Mustafa Pamukoğlu

USİAD Bildiren Dergisi 66. Sayında yayınlanan söyleşi

Derginin 66. sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.net