“Hiç bir zaman vazife olsun diye şarkı söylemedim!”

Mustafa PAMUKOĞLU

Sanatçı Melihat Gülses: “Hiç bir zaman vazife olsun diye şarkı söylemedim!”

Ortalama bin yıl öncesinde Anadolu’ya intikal etmiş Uygur sanatının bir dalı olarak gelişen ve özellikle İstanbul’da yeşeren ve kendini bulan Oğuz musikisi olarak da adlandırılan Türk müziği tarihini, müzik tarihçileri; 1-İslamiyetten önceki Türk müziği, 2-İslamiyetten sonraki Türk Müziği, 3-Cumhuriyetle başlayan çağdaş Türk müziği dönemleri diye üçe ayırır.

Teknoloji devrimin hız kazandığı 1990’larden sonra ki dönemi de biz “son dönem” olarak değerlendiriyoruz. İşte Türk müziğinin bugün geldiği noktayı, dinleyici ve izleyici sayısındaki değişimleri, tek sesli oluşu nedeniyle yapılan eleştiriler karşısında gösterdiği refleksleri Türk müziğinin son dönemindeki en iyi yorumcularından biri olarak kabul edilen Melihat Gülses ile konuşalım istedik.

Melihat hanım öncelikle söyleşi davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Türk müziğine geçmeden önce sizin sanat yaşamınızı okuyucularımıza hatırlatalım.
Ben de size teşekkür ederim. Türk müziğini konuşma fırsatını bana verdiğiniz için. Efendim, ben Fatih Kız Lisesi’nde okurken İstanbul Türk Müziği Konservatuarı’na devam ettim.1984 yılında konservatuar eğitimimi tamamladım.1981 yılında eğitimim devam ederken TRT’ye girdim. O günden bugüne TRT sanatçısı olarak Türk müziğini tanıtmaya, sevdirmeye gayret ediyorum.

İlk albümünüzü ne zaman çıkardınız?
1996 yılında Tatyos Efendi adlı albümü çıkardım. Bugüne kadar beş CD’lik bir label albüm dışında 10 adet solo albüm çıkardım. En son çıkan albümüm “Tuna’ya Hasret” adını taşıyor.

Bu son albümünüzdeki şarkıların tamamı anonim. Özel bir nedeni var mı?
Hayır, özel bir nedeni yok. Bu albüm bir proje albümüdür. Albümde halk müziği ve Türk müziği repertuarı içinde yer alan Rumeli türkülerini kendi yorumumla seslendirdim. Malumunuz türküler anonim eserlerdir.

Yeni albüm çalışması var mı?
Evet, çok yakında yeni bir albüm yapmayı planlıyorum. Bu albümümde de yine genç dinleyicilerin çok sevecekleri daha yukarı yaşlarında tekrar anımsayacakları bir repertuarı çok farklı bir icra ile sunmaya çalışacağım.

“OKUDUĞUM ŞARKIYI YAŞAMAYA ÇALIŞTIM”

Son yılların en sevilen sanatçılarından birisiniz. Ses renginiz ve yorumunuz çok beğeniliyor. Bu başarının altında yatan ne?
Bu başarının altında, öncelikle Allah’ın bana hediye ettiği sesim, sonra da iyi bir eğitim almam yatar. Ancak, şunu da belirtmek isterim. Hiç bir zaman bir vazife olsun diye şarkı söylemedim. Hangi ortamda olursa olsun daima okuduğum şarkıyı yaşamaya çalıştım. Çünkü, tüm şarkılar yaşanmışlıklar sonucu ortaya çıkmıştır.

Sahneye hiç çıkmadınız, bildiğim kadarı ile çıkmayı da hiç düşünmediniz. Neden? Sahne popülerliği arttıran bir faaliyet değil mi?
Elbetteki sahne popülerliği arttıran bir etkendir sanatçı için. Ancak, sahnenin sizin üzerinize yükleyeceği sorumlulukları taşıma sonucu şahsiyetinizden vereceğiniz ödünlerin hesabını iyi yapmanız gerekir. Biraz daha açacak olursak ben eğitimi mi içkili bir ortamda ve zorunlu istek şarkılar okumak için almadım.

TRT’nin yetiştirdiği sizin gibi çok değerli sanatçılar var. Ama tanınmıyorlar. Çok güzel sesleri, meraklı olan ancak dinleyebiliyor. Burada kim sorumlu? Neden böyle?
Sizinde dediğiniz üzere benim jenerasyonumdan ve bugünün genç TRT sanatçıları içinde çok güzel sesler var. Uzun yıllar maalesef TRT sanatçılarının devlet memuru statüsünde olmaları nedeniyle kurum dışında, diğer televizyonlarda veya profesyonel çalışmalar yapmalarına hep bir engel konuldu. Ancak, bu gün Genel Müdürümüz Sayın İbrahim Şahin sayesinde bu zorluklar aşılmaya başlandı. İnanıyorum ki birçok arkadaşım veya genç kardeşlerimde kendilerini en iyi şekilde ifade eder.

 

Aileniz tüm fertleri ile Türk Müziğine katkı veriyorlar. Her ferdinin müzikle uğraştığı aile düzeni nasıl yürüyor? Memnun musunuz?
Elbette ki memnunum. Çünkü, birlikten kuvvet doğar. Eşim ve kızım bir konser öncesi hazırlanırken sazlarıyla bana yardımcı olurlar. Bu da benim işimi çok kolaylaştırır.

“EŞİM EN BÜYÜK DESTEKÇİMDİR”

Eşiniz Necip Gülses de önemli bir sanatçı. Eşine destek olurken uygar bir erkek profili çiziyor. Ne güzel…
Teşekkürler. Evet, eşim tanıştığım günden bugüne kadar hep bana destek olmuştur. Ancak, şunu da belirtmeliyim ki her zaman repertuarımdan giysilerime kadar tüm detayları onunla paylaşarak ortak hareket etmişizdir.

Türk müziğinde geldiğimiz noktayı bir değerlendirebilir misiniz?
Maalesef, sanal olarak Türk müziğinin dinlenmediği hakkında birçok safsatayı her zaman kâh televizyonlardan kâh medyadan duyarız. Ancak, şunu gözden kaçırmamak gerekir sadece İstanbul’da 300’e yakın musiki topluluğu var. Üyelerin ailelerini de dinleyen olarak düşünürsek çok ciddi bir potansiyel dinleyici sayısı oluşur. Bunu Türkiye genelinde düşünürsek müziğimizin dinlenip dinlenmediğini daha kolay anlarız. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, TRT Müzik kanalını izleyenlerinin ısrarları neticesinde açmıştır. Ve çok izlenen bir kanal durumundadır. Ayrıca şunu da hatırlatmak isterim bu gün hala stadyumlarda 50 bin kişilik korolar halinde taraftarlar şarkılar ve türkülerle takımlarını motive ederler. Bu da müziğimizin her zaman canlı kaldığının bir belirtisi değil midir?

Gençler neden daha çok popüler müzikle içi içe. Türk müziğinde bulamadıkları ne?
Maalesef dünyada da böyle değil mi. Çünkü halka ne verirseniz onu alır. Yaşamın her safhasında zorunlu olarak popüler müzikle ya da popüler kültürle iç içe olursanız elbette ki geleneklerinizden, kültürünüzden ve sanatınızdan uzaklaşmış olursunuz.

“TÜRK MÜZİĞİ KONSERVATUARLARINA GENÇLERİMİZİN İLGİSİ BÜYÜK”

Türk müziği faaliyetlerine son zamanlarda ortaçağ ve üstü yaştakiler büyük bir heyecanla katılmak istiyorlar. Kurulan korolara gidiyorlar. Enstrüman öğreniyorlar. Buna neden olan etkenler sizce nedir?
Yukarıda söylediğim gibi 80 ve 90 kuşağı gençliğinin, büyük bir kesimi maalesef geleneklerinden, kendi kültür ve sanatından, batı özentiliği sonucu zorunlu olarak uzak bırakılmıştır.1940’lı yıllarda Ülkemizde Batı Konservatuarı açılmışken Türk Müziği Konservatuarı ancak 1976 yılında açılabilmiştir. Artık son yıllarda Türkiye’nin birçok kentinde açılan Türk Müziği Konservatuarlarına gençlerimiz büyük bir ilgi göstermektedir. Bu gün Türk müziğinin nabzını tutan sanatçılar bu konservatuarlardan yetişmekte ve bu durum bizleri çok memnun etmektedir.

Türk müziğine yapılan eleştirinin odağında ağır müzik olması, eski eserlerin sözlerinin anlaşılamaması ve tek seslilik. Ne diyorsunuz bu eleştirilere?
Bunları bir eleştiri olarak almıyorum hatta bilgisizlik olarak düşünüyorum. Dünyanın tüm müziklerinde ağır ya da hareketli eserler vardır. Bizim müziğimizde aynıdır. Tek seslilik ise bir teknik mesele olduğu gibi şunu da söylemek gerekir. Ülke müzikleri toplumları birbirinden ayıran en önemli etkenlerden biridir. Uzak Doğu ülkelerinde ‘Pentatonik Müzikler’ hakimdir. Yakın Asya ve Orta Doğu ülkelerinde Modal yani Makamsal Müzikler günceldir. Bizde ve Balkanlarda yine Makamsal Müzikler icra edilir. Afrika’da, ritmik yapılar üzerine inşa edilmiş daha iptidai müzik teknikleri kullanılmaktadır. Batı dünyasında ise 1700’lü yıllardan itibaren Polifonik Müzikler üretilmiştir. Hangi türde müzik eseri yaparsanız yapın önemli olan o eserin sizde bıraktığı duygular önemlidir ve kalıcı olur. 300 sene önce bestelenmiş tek sesli bir eser günümüze kadar gelebilmesi bunu ifade eder. Sözlerin anlaşılamaması meselesi ise şayet siz geçmiş konuşma dilinizi eğitimin içinden çıkarırsanız sonuç elbette ki kaçınılmaz olur. Bugün Azeri dilinde geçmişte bizimde kullandığımız birçok kelime günümüze kadar gelebilmiştir. Biz ise maalesef dilimizi koruyamamışız.

Türk müziği eğitimini biraz konuşalım. Konservatuvarlar, TRT, okullardaki müzik eğitiminin geldiği nokta ne? Gerileme var mı? Çünkü, TRT sanatçısı olmak bir ayrıcalıktı. Bu da verilen eğitimden ve dev hocalardan kaynaklanıyordu.
Yukarıda da belirttiğim gibi maalesef ülkemizde Türk müziği eğitimi veren konservatuarlar 50 sene gecikmeli açılmıştır. Dolayısıyla cemiyetler ve bilhassa TRT, sanatçı yetiştiren bir okul görevi de yapmıştır.1976 yılında İstanbul’da kurulan İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı ve diğer okullar sayesinde son otuz yıl içinde çok önemli saz ve saz sanatçılarının yanında akademisyenlerde bu okullardan yetişmişlerdir. Artık Tüm Devlet Koroları ve TRT sanatçıları bu okullardan yetişmiş sanatçılarla doludur.

Sizi geçtiğimiz günlerde Zeki Müren’i anısına yapılan bir televizyon programında dinledim. Orada şunu söylüyordunuz: “Zeki Müren popüler olduğu için öne çıkmış farklı üslubu olan değerli bir sanatçıdır. Nice Zeki Müren gibi onlarca sanatçımız vardır. Bekir Sıtkı Sezgin, Alaeddin Yavaşça gibi devleri sayabilirim”. Bunu söylerken neyi kastettiniz?
Elbette ki Zeki Müren bu ülkenin yetiştirdiği en önemli sanatçılardandır.1950’li yıllardaki radyo neşriyatları ders niteliğindedir. Ancak sahnelere çıktıktan sonra daha önce yukarıda belirttiğim gibi sanatından birçok ödünler vererek ve bir kültür mirası olarak düşündüğümüz müziğimizi show dünyası içine sokarak gündemde kalmayı başarmıştır. Oysa yukarıda ismini zikrettiğim sanatçılar sanatlarından hiç bir ödün vermeden müziğimizin gelişmesi için hayatlarını vermişler ve popüler kültür içinde hiç bir zaman yer almamışlardır.

Türk müziğinin dinin etkisinde geliştiği ve son zamanlarda daha çok Ramazan aylarında öne çıkan bir müzik haline geldiği eleştirisine katılır mısınız?
Kesinlikle katılmam mümkün değildir. Çünkü böyle bir durum söz konusu bile değildir.

“ÜLKE MESELELERİNE DUYARSIZ KALAMAYIZ”

Bir sanatçı olarak ülke meselelerine duyarsız kalmanız mümkün değil. Ülkemiz ve dış dünyada yaşananlar bizi kaygılandırıyor. Bazen sıkıntı basıyor ve hemen müziğe sarılıyoruz. Siz sanatçılar bizim umudumuz ve neşemiz oluyorsunuz…
Tabi ki, öncelikle insan ve bir sanatçı olarak ülkemizin meselelerine duyarsız kalmamız mümkün değildir. Gönlümüz, hep sevgi, barış ve huzurdan yana olsun.

Melihat hanım bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.
Ben de size teşekkür ediyorum.

 

Söyleşi: Mustafa Pamukoğlu

USİAD Bildiren Dergisi 67. Sayında yayınlanan söyleşi

Derginin 67. sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.org.tr