10 Soruda ”Yerli Malları ve Tutum Haftası”

USİAD Bildiren

•Yanılgılar • Yalanlar  • Yanlış bilinenler*

Yerli Malları ve Tutum Haftası konusunda; yaşamakta olduğumuz bilinçli bir unutturma, yok sayma hatta daha da önemlisi içeriğinin tahrip edilmesi söz konusu. Öyle bir hava veriliyor ki; sanırsınız böyle bir hafta ancak 1930’ları yaşamak isteyen nostalji yapmak isteyenlerin fantezisi!.. Oysaki gerçek bunun tam tersi! Geçmişi anmaktan çok öte, gelecek kaygısı…

İç ve dış borç toplamı gayri safi milli hâsılanın çok üstüne çıkan (daha açıkçası borcun gırtlağı geçtiği) istihdamın yerle bir olduğu, işsizliğin böylesine yayıldığı ülkemizde tutumun, tasarrufun önemini, ulusal sanayi ürünlerin tercih bilincini geliştirmeyeceğiz de ne yapacağız? YERLİ MALLARI ve TUTUM HAFTASI artık bir seçenek değil zorunluluk. Üstelik yılın bir haftasına sıkışmış bir haftalık yasak savmak değil, tüm bir yıla yayımlı yurttaşlık bilinciyle…

USiAD’ın yıllardır yaptığı etkinliklerde Yerli Malları ve Tutum Haftaı1 ile ilgili önemli sorular geldi. Kasıtlı tahribatın etkisi ile karışan kafalar yönlendirme ve bilgi kirliliği ile boğulan aydınlıklar yeniden gün ışığına çıktı. Bugün YERLİ MALLARI ve TUTUM HAFTASI HAKKINDA yanlış bilinen (öyle söylenen) yalanların ve karalamaların doğrusunu ortaya koymaya çalışacağız.

Soru 1: Yerli Malları ve Tutum Haftası “küreselleşen”(!) dünyada olur mu?

Yanıt: Türkiye’nin en çok satan gazetesinin başyazarı dahi “bu tip haftalar Küba’da bile kalmadı” diye yazdı. Peki, gerçek bu mu? İnternet’te kısa bir gezinti dahi bu yalanın mumunu söndürmeye yeter. Bırakınız İngiltere’deki “İngiliz ürünü kampanyalarını Fransızların sadece ticari ürünlerdeki değil hizmet ve kültür alanındaki kararlı “ulusalcı” tavrını, dünyanın en zengin ülkesi kabul görünen Amerika’da dahi bu haftalar federal yasayla (her hangi eyalette değil tüm ülkede) güvence altına alınmış. USiAD’ın arşivi; tüm ülkelerde ki “bahçe ürünleri Alman damgasını taşırsa kalitedir” veya “Yeni Zelanda ürünü tercih olmalıdır” benzeri her ülkenin kendi ulusal sanayi ürünlerinin tercih bilincini yurttaşına kavratmakla ilgili broşür ve yazılarla dolu.

Soru 2: Birçok ürünü henüz üretemiyoruz. Yani yabancı ürünlere mahkûmuz üstelik biz sizden mal almayacağız dersek onlarda bizim ürünlerimize ambargo koymaz mı? Ve bu durumda biz daha zor durumda kalmaz mıyız?

Yanıt: Her şeyden önce “yerli malı” deyince, hiç yabancı mal almayacağız diye bir kural yok. 1929 yılında dönemin başbakanı İsmet İnönü TBMM’de yaptığı konuşma ile Yerli Malları ve Tutum Haftası’nın gerekliliğini anlatırken, konunun en önemli noktasına parmak basıyor. “Yerli Malları ve Tutum Haftası” demek hiç mal almayacağız demek değil. Yabancı malları borçla değil, kazandığımız dövizimizle almak demektir. İşin püf noktası bu. Türkiye’de üretilen ürünleri de dışarıdan almak zorunda kalırsanız döviziniz yetmez. Yetmeyince borçla alırsınız. Borçla alınan ürünün niteliğini de, kalitesini de, fiyatını da hatta neleri alabileceğinizi bile borcu veren belirler. Sıra bize gelince biz onlara, onların bize yaptığını kendi ülkelerinde uyguladığını yapacağız. Kaldı ki ülke sanayisinin ürünleri tercih bilinci ilerledikçe kalitemiz ve kapasitemiz artacağından hedef tüm dünyaya satmak. Ama kendi ülkemde satamazken (ve kendi ülkesinde satamayan aslında üretemez) yabancılara nasıl satacağım?

Soru 3:Yerli üründe kalite sorunu var. Yabancı markalar daha kaliteli, daha kalitelisi ucuza varken neden yerliyi daha pahalıya alayım?

Yanıt: Yurttaşa her şart altında yerli malt al diyemeyiz. Konunun birde üretici yönü var. Sanayicide ürünün kalitesini ve fiyatını dünya ile rekabet edebilir noktaya getirmeye çalışacak. Ancak dünya devleri ile rekabet ancak üretim artışı, güçlü kapasitesi ile olanaklı. Eğer Türk üreticisinin,  sanayicisinin daha başlangıçta kendi ülkesinde şansı olmazsa, dünyaya nasıl mal satacak? Sanayileşmiş, zenginleşmiş tüm dünya ülkelerinin bugünkü duruma geliş tarihi; koruma duvarları, ülke sanayisini yabancı ürün dampingine karşı gümrük duvarları tarihidir. Onlar bu yoldan zenginleştiler. Güçlendiler şimdi dönüp bize  “siz böyle yapmayın nasihatini veriyorlar. Onlarda biliyor ki maymun gözünü açarsa boynuzun kulağı geçme olasılığı yüksek.

Soru 4: ithal mal ve marka kullanmak şimdi bir alışkanlık oldu, bunu değiştirmek toplumda sorun yaratmaz mı?

Yanıt: Her şeyden önce bu bir gönüllülük sorunu, zorlama olmaz. Ama biz yabancı mal kullandıkça, ülkede üretim düşüyor, bu da kaçınılmaz olarak fabrikaların kapanmasına, işsizliğin artmasına sebep oluyor. İşsizlik arttıkça da gerek ülkede gerekse de dışarıda üretilen malların tüketimi yeniden düşüyor ve yeniden işyeri kapanmaları…

Ne kadar dayanabiliriz ki?

Örneğin bir ayakkabı üreticisi, buzdolabı alırken yabancı mal tercih edince, satışları düşen yerli üretici kaçılmaz olarak önce işçi çıkartacak, sonra fabrikasının kapısına kilit vuracak. İşsiz kalan buzdolabı fabrikası işçisi ve yöneticisi ayakkabı alacak parayı nereden bulacak?

Buzdolabını yabancı marka alan ayakkabıcı yarın ki müşterisini yok etmiş olacak.

Yabancı marka hayranlığına son vermezsek, sonunda, işsizliğin patladığı bir cehennemde yaşamak zorunda kalırız ki yerli malı da yabancı malı da alacak parayı kazanacak bir işimiz olmaz.

Soru 5: Yerli Mallara ve Tutum Haftası’nı kimler düzenliyor, ne zaman düzenlenmeye başladı?

Yanıt: Yerli Malları ve Tutum Haftası bir Cumhuriyet kurumu. Cumhuriyetimizin kurucusu Kemal Atatürk’ün direktifleri ile kurulan Milli iktisat ve Tasarruf Cemiyet ‘i ile 1929’da başlattımış. Cemiyetin bir numaralı üyesi Atatürk.  O yıllarda (Aralık ayı ikinci haftasında) çıkan Cumhuriyet gazetesi sekiz sütuna manşeti “Yemin Ettik Yerli Malı Kullanmaya”.  Amerika’da benzer kampanya Buy American (Amerikan Malı Satın AI), bizden yedi yıl sonra 1936 yılında başladı.

Tüm dünyada ulusal sanayi ürünlerini tercih bilinci haftaları, ağırlıklı olarak sendika ve meslek örgüt ve odalarının önderliğinde kutlanıyor. Ulusal sanayi ürünleri tercih bilincinin geliştirilmesi, esas olarak istihdam sorununun çözümü içindir.

Bunun için tüm dünyada sendika ve benzeri meslek örgütleri bu kampanyaların asıl mal sahibi. İstihdamın düşmekte olduğu ülkelerde ilk yıkılanların sendika vb örgütler olacağını onlar fark etmiş. Darısı bizim sendika vb odaların yöneticilerimin başına.

Soru 6: Dünya bilgi çağına geçmişken, dünya teknoloji standardı bu kadar yüksekken, bizim onlara yakalamamız ve rekabet edebilmemiz olanaklı mı?

Yanıt: Olanaksız olduğunu düşünenler için söyleyecek ve yapacak bir şey yok. Onlar Türk Cumhuriyeti’nin yaşamayacağını, Kurtuluş Savaşı’nda binlerce şehit vererek elde ettiğimiz zaferin bir anlamı olmadığını -ya da boşa yapıldığını- düşünebilirler. Dünya uluslarının, ülkelerinin müşterisidirler, tüketicilerdir. Başka ülkelerin boyunduruğunda bulabildikleri ikinci sınıf yurttaşlıklarında ve eğer bulabilirlerse ikinci sınıf işlerde kazandıklarını tüketebilirler.

Eğer onurlu bir ülkenin onurlu yurttaşı olmak gibi insanca bir beklentiniz varsa ve bu ülkeyi ne zorluklarla, ne bedeller ödeyerek kurduğunuzun bilincindeyseniz; bu ülkede de zenginlik ve bu zenginliğin “adil” dağılımı olanaklı.

Kaldı ki Cumhuriyetimizin o günkü olanaksızlıklarını düşünün. Ve o noktadan dünyanın en hızlı kalkınan ülkesinden biri olabilmeyi başaran insanların torunlarıyız. Daha o yıllarda Avrupa’ya, Sovyetler Birliği’ne uçak satabilen bir ülkeyi yaratabilmişsek, bugünkü olanaklar yetişmiş insan gücü, fabrikalar, madenler vb. ile çok daha iyisini yapabiliriz.

Örnek mi?  İşte ASELSAN. Üstelik ileri teknoloji alanında yirmi beş yıl öncesinin hayali, bugün dev bir onur projesi… Bir Silahlı Kuvvetler mensubu “dünyanın dört ülkesinin silahlı kuvvetleri kör ve sağır edilemez, biri Türkiye’dir” diyor. Aselsan girdiği yüksek teknolojili ihalelerinde uluslar üstü sermayenin markalarını bir bir tasfiye ediyor. Üstelik üretiminin %90 gibi önemli bir oranı kendi dizayn ve yaratıcılığı…

Soru 7: Bu saatten sonra fındık­ fıstık, portakal yeme törenleri mi yapacağız?

Yanıt: Her şeyden önce Arap’ın petrolü, Rus’un doğalgazı neyse bizimde ihraç ürünlerimiz  (o yıllar için) fındıktı, incirdi, portakaldı, tütündü. Yani ülkemizin gereksinim duyduğu yabancı ürünleri alırken ödeyeceğimiz dövizi kazandığımız ihraç ürünleriydi. Olaya bu tarafından bakınca anlamını bulabilirsiniz.

İşin bu kısmı yaşı ellinin altındaki nesile hiç anlatılmadı. Çünkü elli yıllık egemen anlayış “borçla kalkınma” idi. Borç almanın “erdemine” inandırılmamamız için önce tasarrufu sonra da para kazandığımız ürünleri ve anlamını yok ettiler. Son elli yılda büyüyen yeni nesil, okullarda Yerli Malları ve Tutum Haftaları adına fındık, fıstık, portakal yeme törenlerini gördü. Son on yıldır ise içi boşaltılmış, abuk törensel kısmı da yok edildi.

Şimdi moda globalizm, kozmopolitizm. Şimdi okullarda; eşcinsel şarkıcı çağırmak, medya maymunlarına içi boş konuşmalar yaptırmak moda…

Soru 8: Atatürk’ün bir numaralı üye olduğu  “Milli iktisat ve Tasarruf Cemiyeti” ne oldu?

Yanıt: Güncel Türkçe ile “Ulusal Ekonomi ve Tutum Derneği” yaşıyor ve kapatılmadı. Nasıl kapatılsın ki? Kurucusu ve bir numaralı üyesi Cumhuriyet’in kurucusu. 1950 ile başlayan Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden dönüş, küçük Amerika projesinde önce adı değiştirilerek “Ekonomi Kurumu” yapıldı. Sonra Sanayi Bakanlığı’nın köhne bir koridorundaki odaya hapsedildi. Öyle kuruluş gerekçesindeki gibi açıklama ve çalışmalar yapmasın diye de içine birçok “liberal” akademisyenlerimiz tepildi ki; tehlike yaratmasın!

İsmet İnönü, Yerli Malları ve Tutum Haftası’nın önemini anlatıl konuşmasında; “Liberalizm insanımız için vahşettir” demiş, ne gam! Ekonomik kurumumuzdan pek ses çıkmaz, çıkarsa da kuruluş amacına söven liberaller genellikle başköşede olur. Borç cehenneminde kavrulan ülkenin “Ekonomi Kurumu”ndan (Ulusal ekonomi  ve tutum kurumu diye okuyunuz) ses çıkmaz ise “ülkenin bütün tersanelerine girilmiş, tüm kaleleri zapt edilmiş olabilir” sözlerinin keşke sadece öngörü olsaydı, keşke haklı çıkmasaydın Atam demekten başka ne diyebiliriz  ki!?

Soru 9: Türkiye’de üretildiği halde bazı ürünlerin üzerine yarı İngilizce yarı İtalyanca markalar basılıyor, bazı caddelerde art arda mağaza isimlerini okuduğunuzda burası Türkiye mi diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz. Ulusal kültürümüz çağdaşlaşmak adına kozmopolitizme kurban mı gidiyor?

Yanıt: Türkiye’de ulusal kültürümüz yok edilmek pahasına adeta cinnet boyutunda tahrip ediliyor,  yok ediliyor.  Yabancı marka hayranlığı, ithal ürün kullanma alışanlığı, ekonomik teslimiyet kendi kültürünü (aslında kültürsüzlüğünü) yaratıyor. “Kendisi olamayan, başkası olur” sözü ülkenin çıplak gözle görünen gerçeği.

Hele, Türkiye’de üretildiği halde yabancı isim ve markalara öykünerek, ne Türkçe, ne İngilizce kararsızlıkları tam bir “bindiğin dalı kesmek”  garabeti. Mağaza isimlerinden başlayarak, yabancı markalara öykünme ve reklam sloganlarındaki yabancılaşma tam bir kozmopolitizm yaratıyor ki, böylesi ucubelik ancak ve ancak sömürgelerde görülebilir.

Biz USiAD olarak; Türk sanayicisine, yeniden ürünlerinin üzerine “Türk Malı” ibaresini koymasını öneriyoruz. Tabi ki bu rumuzu koymanın getirdiği sorumlulukla… Kaliteli ve rekabet edebilir standart ve fiyatlı ürünleri üreterek.

SORU 10:Kullandığınız araba, kravatınızın ve takım elbisenizin markası nedir?

Yanıt: Yerli malını anlattığımız her panelde gelen soru bu! Her seferinde kravatımı çevirip, elbisemin içini açarak Türkiye’de üretildiklerini gösteriyorum.

Ama her seferinde ayrıca belirttiğimiz bir konuyu burada da dile getirmeliyiz. Orneğin kravatım yada gömleğimin markası yabancı olsa… Bir dostum, yakınım bir başka ülkede beni anımsayıp, bir hediye alsa ve bana getirse, giymeyecek miyiz. Şunu ifade etmek istiyorum. Şekilci olmamak gerek. Sorun tek tek kişilerin falsosunu yakalamak, mahkûm etmek değil.

Tabii ki doğru olanı ve güzel olanı tüm tüketiminde yerli malı kullanılması, ancak şekilcilikte ısrar etmek, yıllar boyu kanunun önemi ile yüz yüze gelmemiş tüketiciyi ulusal davadan soğutabilir.

Önce düşüncede berraklaşacağız. Zaman içinde toplumsal bir davranış şekline sokacağız. Tek tek kişileri çaresiz bırakmak değil amacımız. Son elli yılda topluma zerk edilen tüketim kalıbından bir anda dönüş beklemek hayalcilik olur. Zor da…

Önce düşünsel alanda topluma bu konunun ülkemiz ve insanımız için ne kadar gerekli olduğunu kavratmalıyız. Tek tek kişilerdeki olumlu sonuçları kendiliğinden gelecektir.

  • Onursal Başkanımız Kemal Özden’in dergimizin 15. sayısında yer alan bölümden derlenmiştir.

 

USİAD Bildiren Dergisi 68. Sayında yayınlanan görüş

Derginin 68. sayısını okumak için tıklayınız

www.usiad.org.tr