Türk tarımının 2014 karnesini, 2015 yılı beklentilerini ve gündemdeki konuları Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’a sorduk. Bayraktar, 2013 yılının tarım için verimli geçtiğini fakat bu yıl beklenen yağışların gerçekleşmemesi tarımda beklenen verimi düşüreceğinin altını çizerek şöyle konuştu: “Ülkemizde bu sene buğday rekoltesini asıl etkileyen etken kuraklıktır. Üretim döneminin başladığı Ekim ayından hasat döneminin başlangıcına kadar yağışların yetersiz olması kış aylarının kurak geçmesine ve ekimi yapılan hububat ve bazı yem bitkileri ekilişlerinin gelişimini olumsuz etkiledi”.
Türk tarımının 2014 yılındaki durumu nasıl gerçekleşti ve 2014’ün ilk yarısındaki durum nedir?
2013 yılında tarım sektörü gayri safi yurtiçi hasıladan (GSYH) yüzde 7,4 pay aldı ve yüzde 3,1 büyümeyi gerçekleştirdi.
2014’ün ilk çeyreğinde sektör, GSYH’dan yüzde 3,7 pay alırken, yüzde 3,9’luk büyüme gösterdi. Tarım sektörü 2008 yılından bu yana büyümesini sürdürüyor.
“TARIM SEKTÖRÜNE DESTEK ARTMALI”
Peki, 2014’ün diğer yarısı ve 2015 yılı için öngörü veya tahminleriniz nedir? Ve Türk tarımı nereye gidiyor?
2014’ün kalanında tarım sektörüyle ilgili net bir öngörümüz yok. Meyve, mısır hariç hububat gibi ürünlerde rekolte düşük çıkacağı görülüyor. Yalnız, mısır üretimi ve hayvancılıkta büyüme sürüyor. İkinci yarıda da süreceğini tahmin ediyoruz. Türk tarımı bitkisel ürünlerde doğal koşullardan oldukça etkilendi. Bunun dışında sektör gelişen teknolojiden yararlanarak verimliliği yakalama ve rekabet etme yönünde önemli gelişme gösterdi. Yalnız üretimin sürdürülebilirliği açısından sektöre yapılan desteklerin artırılması gerekmektedir.
Bu yıl 30 Mart akşamı yaşanan don olayı birçok tarım ürününe zarar verdi. Peki, buğday bundan ne kadar etkilendi ve iç talep karşılanamazsa ithal ürünlerde bir artış olur mu?
Hububatta Konya, Ankara, Çankırı, Kırıkkale, Yozgat, Nevşehir illerinde zarar görüldü. Ülkemizde bu sene buğday rekoltesini asıl etkileyen etken kuraklıktır. Üretim döneminin başladığı Ekim ayından hasat döneminin başlangıcına kadar yağışların yetersiz olması kış aylarının kurak geçmesine ve ekimi yapılan hububat ve bazı yem bitkileri ekilişlerinin gelişimini olumsuz etkiledi. Ekim, Kasım, Aralık, Ocak ayları yağışlarının özellikle İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesinde ekilen tohumlarda çıkışların olmayışına, çıkış yapan tohumlarda da gelişme zayıflığına neden oldu. Mart ayı yağışları ülke genelinde normallerin üzerinde gerçekleşse dahi ürün gelişimlerinin yeterli olmaması nedeniyle hububat üretiminde beklenen fayda sağlanmadı. Yaşanan kuraklık kuruda ekili ürünlerin gelişimini olumsuz etkilerken aynı zamanda barajlarda doluluk seviyelerinin azalmasına, yeraltı su sevilerinin gerilemesine neden oldu. Bu durum, bahar aylarında ekimi yapılan ürünlerde sulama sıkıntısını beraberinde getirdi. Ayrıca, buğdayda kuruda üretim yapan üreticiler zaman zaman mecburi sulama yapmış, sulama maliyetleri artmıştır. Buğdayda bu yıl rekoltenin, 22,05 milyon ton olan geçen yılki üretim miktarının altında kalacağı tahmin edilmektedir. 2014 yılında buğday rekoltemizde geçen yıla göre bir düşme beklenmekle beraber üretimimizin iç tüketimi karşılayacağı beklenmektedir.
Kış aylarından itibaren yaşanan kuraklığın ardından, hava sıcaklıklarının normallerinin üzerinde gerçekleşmesinin oluşturduğu don riski, Mart ayı sonunda kendini gösterdi. 28-31 Mart 2014 tarihlerinde ülke genelinde bazı bölgelerde yüksek kesimlerde yağan kar ve devamında sıcaklıkların bölgelere göre değişmekle beraber sıfırın altına, eksi 18’lere varan derecelere düşmesi nedeniyle İç Anadolu, Doğu Anadolu, Karadeniz bölgeleri ile geçiş bölgelerinde yaşanan dondan meyvelerin yanı sıra, bazı illerde buğday, arpa, karpuz, haşhaş, nohut gibi tarlada gelişme döneminde olan ürünlerde de etkili oldu. Düşük hava sıcaklıklarının etkisi ile gerçekleşen don riski tarla ürünlerinde sararmalara ve kök çürüklüğüne yol açtı.
Ülkemizde artan nüfusa paralel olarak buğday talebi de artmaktadır. 2012/2013 üretim dönemi tahıllar da özellikle buğdayda, yurt içi tüketim, tohumluk ve yemlik ihtiyacı dikkate alındığında ülkemizin buğday ihtiyacı yaklaşık 19 milyon ton olmuştur. Buğdayda ihracat miktarımız 2013 yılında 275 bin 168 tondur. Bunun parasal karşılığı 79,3 milyon dolardır.
Türkiye buğdayda kendine yeter durumdadır. Bilindiği üzere un ihracatında ülkemiz Dünya ülkeleri içinde ilk sıralarda yer almaktadır. Bu nedenle sanayicinin iç piyasada yeterli kaliteli hammadde bulamadığı dönemde ithalatın yapıldığı yıllar da olmaktadır.
Çiftçinin durumu ve devletten beklentileri nedir şu an?
Türkiye ve dünyada stratejik öneme sahip olan buğdayın, tabiat şartlarına bağlı olarak üretilmesi nedeniyle iklim değişikliğinin olumsuzluklarından doğrudan etkilenmektedir. Geçen yıl iklimin iyi gitmesi sonucu 22,05 milyon tona ulaşan buğday rekoltesinde, bu sene özellikle çimlenme döneminde oldukça önemli olan Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak aylarındaki yağışların mevsim normallerine göre yetersiz oluşu sebebiyle rekoltede düşüş gerçekleşti.
Üreticilerimiz,
– Mazot, gübre, ilaç, elektrik gibi girdi maliyetlerinin düşürülmesini,
– Finansman sıkıntısının çözülmesini,
– Girdiler üzerindeki vergi oranlarının tarım kesimi için indirilmesini,
– Tarıma daha fazla destek olunmasını,
– Doğal afetlerden zarar gören çiftçilere yapılacak yardımlarla ilgili 2090 sayılı yasanın uygulanabilir olmasının sağlanmasını,
– Tarım sigortalarının kapsadığı risk unsurlarının artırılmasını, prim miktarlarının düşürülmesini,
– Araştırma-Geliştirme faaliyetlerin daha fazla yapılmasını,
– Ürün ihtisas borsalarının kurulmasını,
– Üretici birliklerinin yasal statüsünün güçlendirilmesini,
talep etmektedir.
Yerli tohum ne kadar önemli ve hibrit tohumlarının sağlık açısından bazı sakıncalarına değiniliyor, katılıyor musunuz?
Yerli tohumlar bulundukları bölgenin iklimine, toprağına, coğrafyasına ait, binlerce yılda uyum sağlamış güçlü, farklı stres ortamlarına dayanıklıdır. Hibrit tohumlar zaman zaman sorunlar çıkarsa da kaliteli ve yüksek verim sağladıkları için tercih edilmektedirler.
Ancak pratikte hibrit tohumların her yıl yenilenmesi gerekiyor. Aynı bitki türünde farklı anne ve baba türünden geldiği için onun tohumunu alıp bir yıl sonra kullandığınız zaman annenin ya da babanın özellikleri ön plana çıkabilir. Dolayısıyla ürünün ertesi sene ekilişi üretici açısından olumsuz bir durumdur.
Hibrit tohumunun daha kaliteli ürün vermesi, daha dayanıklı olması nedeniyle tercih ediliyor. Günümüz koşullarında ürünün verimden ziyade yola dayanıklılık, raf ömrünün uzun olması gibi etkenlerde önem arz ettiğinden hibrit çalışmaları neticesinde verim, aroma ve tat gibi özelliklerden taviz verilebilmektedir. Üstün özellikler ve pazarın istediği şartları yerine getirmek şarttır. Islahçılar, pazarın istediği şartlara göre üstün özellikli anne ve babayı melezleyerek daha üstün özellikli yeni bireyler, yani F1 dediğimiz yeni hibrit tohumluklar elde ederler. Hibrit tohum, daha yüksek verim ve daha yüksek kalite demektir. Ayrıca, hibrit tohum özellikle son dönemlerde pek çok hastalığa dayanıklı bitki türleri demektir. Bir diğer husus ise hibrit kesinlikle doğaldır.
İnsan sağlığı açısından özellikle vurgulamak gerekirse hibrit tohum ile GDO’lu tohum birbirine karıştırılmamalıdır. Hibrit tohum, üstün özelliklerin bir bitki üzerinde toplanmasıdır. Hibritteki en önemli özellik, türdeki anne ve babanın belli olmasıdır. Aynı türü melezleme ile de yeni bireyler oluşmasına hibrit teknolojisi denilmektedir. GDO ise bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıdır.
En son çıkarılan tohumculuk yasası için, “Türk üreticisini dışa bağımlı hale getirdi” şeklinde eleştiriler var. Bu yasanın kapsamı nedir ve üreticiyi mağdur ettiğini düşünüyor musunuz?
Tohum, temel üretim girdisi olduğu gibi, aynı zamanda tohumun kendisi birçok üründe gıda materyalidir ve verimliliğe etkisi en fazla olan girdilerden biridir. Birçok bitki türünün anavatanı olan ülkemiz, tohumluk üretimi açısından sahip olduğu çok uygun ekolojik özellikler ve büyük tarım potansiyeliyle dünyanın önde gelen tohumluk üretim merkezlerinden biri olmaya adaydır. Ancak ülke olarak imkânlar yeterince değerlendirilemediğinden henüz istenilen düzeye gelinememiştir.
1980 sonrasında ülkemiz tohumculuğunun özel sektöre dayalı yeni bir yapılanma içine girmesiyle birlikte, özel sektör dışa açılma sürecinde yer almaya başlamıştır. 1980’li yıllardan başlayıp günümüze kadar uzayan süreçte özel tohumculuk şirketlerinin sektör içindeki payı gittikçe artmış, bu durum ülkemizin tohumculuktaki tecrübesinin artmasını sağlamıştır.
2006’dan itibaren yürürlüğe giren Tohumculuk Kanunu kapsamında Türkiye Tohumcular Birliği ve Birliğe bağlı 7 alt birlik kurulmuştur.
Genetik kaynakların tesciline imkan verilmesi, kanunda tohumculukla ile ilgili cezai müeyyidelerin bulunması, tohumculuk sektörünün alt birlikler şeklinde örgütlenmesi ve üyeliğin mecburi hale getirilmesiyle sektörün bütünlüğünün sağlanması hususları, Kanunun getirdiği yenilikler arasındadır.
Söyleşi: Deniz Toprak
USİAD Bildiren Dergisi 77. Sayında yayınlanan söyleşi
Derginin 77. sayısını okumak için tıklayınız
www.usiad.org.tr