Ekonomist Nazım Güvenç 2015’in ikinci yarısına girerken Türkiye ekonomisini yazdı

USİAD Bildiren

EKONOMİDE HAL KÖTÜ; GİDİŞ BAŞAŞAĞI

Her bakımdan hayli çetin bir yıldan geçiyoruz. Her şey bir yana, bu son altı ay boyunca toprağa verdiğimiz ülke çapında değerli insanlarımızın (sanatçıdan, siyasetçiye, şimdilik en sonuncusu Süleyman Demirel) çokluğunu göz önünde tutunca 2015’te şimdiden bile adeta bir “cankırım”dan söz etmek mümkün. 7 Haziran’daki genel seçimin anlam ve önemi; sonucunun seçmenlerin ne istemediğinin çok net, lakin ne istediğinin ucu açık derecede belirsizliği de yine bu yılın ayırt edici özellikleri arasına girdi bile. İşte bu ortamda bir de olmazsa olmazımız Ekonomi var kıpır kıpır ama düşe kalka!
Yılın ikinci altı ayına girerken bir durum saptaması yapacağız: Ekonomide hâl: nasıl; gidiş: nereye?

Türkiye ekonomisine yukarıdan topluca bakınca, siyasal boyuttaki Genel Seçim ve yeni hükümet arayışındaki belirsizlik sürecinden bağımsız olarak, aşağı yukarı son dört yıldır derecesi, düzeyi gitgide artan, bir bozulma süreci söz konusu. Tek bir cümleyle betimleyecek olursak: Hâl kötü; gidiş baş aşağı. Daha açarsak: Kötüden berbata. Krizden iflasa

Çok mu kötümseriz? Ya da bazı arızaları ne kadar gerçek de olsa, çok mu büyültüp ekonominin bütünüyle haksız yere mi özdeşleştiriyoruz?
Keşke gerçekten öyle olsa. Ne yazık ki olgular ve rakamlar, gerek ekonomide tuttukları yer, oynadıkları rol hesaba katıldığında; gerek geçen yıllar boyu gidişin yönü, niteliği dikkate alındığında iyimser olmaya (gerçeklere göz kapatmadıkça) şans tanımıyor.
Elbette paniğe kapılmak en yanlış tavır olur. Elbette serinkanlılık ile akılcılığı; ekonomik akıl ile sosyal vicdanı, nesnel ekonomik durum ile ulusal siyasal bilinci birlikte devreye sokmak ve bilimin ışığında tavır almak durumundayız. Konumumuz gereği bize düşen: hâle teşhis koymak; gidişata tahmin yürütmek olacaktır.
Anımsatalım ki: “Ekonomi” deyince, pratikte, bir hattı hane halkı oluşturur. Bu kapsamda gelir ve alım gücü; iş / işsizlik; borç… gibi temel kalemler söz konusudur. Yanı sıra ikinci bir hattı: en küçükten en büyüğe şirketler meydana getirir. Bu kapsamda da kâr ve üretim, satışlar; alacak / verecek dengesi gibi temel kalemler söz konusudur. Üçüncü bir hat da “makro” düzeydedir: devletin bütçesi, parasının değeri yani döviz kurlarının hâl ve gidişi, ticaret dengesi ve dolayısıyla cari açık, borçluluk durumu… gibi kalemler konu edilir.
İşte öncelikle bütün bunlara bilimsel (doğru, somut verileri temel alarak) bakınca ve belli bir tarihte (= Haziran 2015 itibariyle) hâl nedir, nasıldır diye sorunca; bu statik nokta bakışla yetinmeyip; dinamik bir bakışla anılan her kalemde gidiş nereden nereye sorusunun yanıtlarını da hesaba katınca,  “durum” üzerine yargıda bulunmak, “gidişat” yâni yakın (2017 sonuna dek) geleceğe ilişkin tahmin yürütmek artık iyimserlik / kötümserlik sınıfına da girmez; “fal bakmaya” da benzemez.
Başlayalım; rakamlara boğmadan, her ayrıntıya dalmadan, esasa odaklanarak.

Hane Halkının Hâli

İlk bakacağımız elbette ki:
iş / işsizlik durumu olacaktır. Servet sahipleri, rantiyeler, zenginler vs. dışında toplumun, gelirini emeğiyle / işiyle kazanan büyük çoğunluğu (işçiler, köylüler, memurlar, zanaatkârlar, hizmetliler, esnaf, küçük tüccar, emekliler… ) işi varsa az / çok sıkıntıdadır (hanenin gelir getiren / tüketen dengesi oranına göre).  Eğer işi yoksa, işsiz ise hâli besbeterdir!

2015 Mart ayı itibariyle işsizlik rakamları Türkiye İstatistik Kurumu’nca 15 Haziran’da açıklandı. Buna göre: 3 milyon 69 bin işsiz var. Hâl bu. Tam bir yıl önce, 2014 Martında işsiz rakamı 2 milyon 747 bin imiş. Geçen bir yılda işsiz sayısı 322 bin artmış bulunuyor. İşsizlerin içinde “iş bulma umudu kalmamış” olanların sayısı da aynı dönemde 10 bin artarak 665 bin kişiye tırmanmış. Bu arada işaret edelim ki TİK verileri nicedir eski güvenilirliğini yitirmiş bulunuyor. Verdiği rakamların gerçeğin hayli altında olduğu düşünülüyor. Nitekim DİSK’e bağlı araştırma kurulu DİSK-AR, işsiz sayısının gerçekte 2008 Martına göre 843 bin artışla 6 milyon 568 bin olduğunu ileri sürüyor.
İşsizliğin artışı bir yana, işi olanlar da temel gereksinim ürünlerinde kaydedilen enflasyonda ciddi tırmanışın yanı sıra döviz kurlarında da yaşanan hızlı tırmanışla birlikte doğal olarak zaten fazla olmayan tasarruflarının da hızla erimesiyle salt geçinmek için bile borçlanmak zorunda kalmış bulunuyorlar.  Bu alanda da tablo iç açıcı değil ve gidişat kötü. Hane halkı borçlanması çığ gibi büyüyor. Rakamlar ortada: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve Bankalararası Kart Merkezi verilerine göre, Nisan 2014’te 3 milyar 425 milyon lira olan yerli kredi kartlarından yurtiçi nakit avans çekimi Nisan 2015’te yüzde 25 artışla 4 milyar 294 milyon liraya tırmanmış. Bu yılın ilk dört ayında çekilen toplam nakit avans tutarı ise geçen yılın aynı dönemine kıyasla daha da yüksek bir artış hızıyla yüzde 30 artarak 17 milyar 92 milyon lira gibi bir rakama ulaşmış durumda.
Hesaba kredi çekmenin yanı sıra maaş alınan bankadan daha düşük faizli “artı para” çekmek olanağı da eklenince vatandaşın geçinmek için borçlanmasının yükü daha da ağırlaşıyor. 2015 Mart sonu itibariyle, son bir yılda 29 milyar 56 milyon lira tutarında “artı para” çekilmiş. Buna aynı dönemde 48 milyar nakit para kredisi de eklenince son bir yılda toplam 77 milyar lira faizli para çekilmiş. Borçla ayakta duruyorlar. (Bkz. Bugün gazetesi Yelda Ataç’ın haberi, 29.05.2015).

Girişimcilerin Hâli

Gelelim girişimcilerimizin hâline. Elbette tek dükkânı olandan, kobi’lere ve koskoca holdinglere; başka bir deyişle, esnaftan tüccara, boy boy sanayiciye yine çok farklı, çok renkli bir “iş dünyası” söz konusu. Bununla birlikte, tümünün de yüz yüze olduğu ekonomik, finansal sorunlar, sıkıntılar, yükler, tehditler her birinin direnme, dayanma güçleri; “çare” olarak başvurdukları yollar farklı farklı olsa da ister istemez onlar da ekonominin ülke çapında ve dünyada yaşadığı sorunlardan payını alıyor. (AKP yönetiminin “yandaşı” olmakla kayırılanları, “yolunu bulan”ları, çalıp çırpanları… “analiz dışı” tutuyoruz.)

İhracat Bel Veriyor

İş dünyasını ayakta tutan ekonomik büyümedir. Bu da başlıca iki koldan olur: iç pazarda ve dış pazarda. İç pazarın durumuna yukarıda orta ve alt gelir düzeyindeki hane halkı tüketiciler düzeyindeki veriler ışığında bakarak anlamak isabetli olur. Bu düzeyde piyasada nakit para dönmeyişi, alacakların tahsil edilemeyişi, “işlerin durması”, “siftah etmeden günü kapattık” diye dile getirilen yakınmalar son aylarda ayyuka çıktı.
İhracat yapanların da birkaç sektör ve coğrafya dışında durumu parlak sayılmaz. Son üç yıldır özellikle Orta Doğu’ya yönelik olarak izlenen akıl-dışı siyaset yüzünden Arap dünyasında iyi gelir getiren pazarlar kapandı! Libya başta olmak üzere birçok Arap ülkesinden alacakların tahsilatı suya düştü! Mısır’la hiç yoktan aramızın açılması bölgeye ihracatımızda lojistik avantajların yüzümüze kapanması, dolayısıyla maliyetlerin, fiyatların yükselmesi, rekabet gücünün azalması ve sonuçta ihracat gelirlerinin gerilemesi, dış pazarların elden gitmesi… gibi bir dizi ağır zarara mal oldu! Bu ülkelerde girişimcilerimizin yaptıkları ve normalde iyi gelir getiren yatırımlar tamamen siyasal engellerle karşılaşmaya başladı ve çoğu büyük zararlarla kapandı.
Dört yıl öncesine dek izlenmiş doğru diplomasi ve Türkiye’nin “yumuşak gücü” sayesinde (okullar, tv dizileri, vb.) Orta Doğu’da Türkiye’nin artan saygınlığı ve çekiciliği, ansızın dış politikada 180 derece dönüş yüzünden boşa gitti! Her şey tersine döndü! Her düzeyde ve hemen her dalda elde edilen kazançlar, kazanımlar, hükümetin, magandaların çevreye rastgele ateş açmasını andırır tarzda izlediği yeni acayip Orta Doğu siyasetinin kendi kendimizi vurmasıyla kayıplara karıştı!
Düşünün ki son iki yılda Türk Lirası dolar bazında yüzde 55 gibi çok yüksek bir değer kaybı yaşadığı halde ihracatımız bu yıl ilk beş ayda yüzde 8.3 azaldı. Mayıs ayında ise ihracat yüzde 19 azalarak 10.8 milyar dolarda kaldı. En fazla ihracat yapılan ülkeler olan Almanya’ya ihracat yüzde 26, İngiltere’ye yüzde 16, Irak’a yüzde 38, İtalya’ya yüzde 22, ABD’ye yüzde 15 geriledi.
İhracatın yanı sıra yabancı turizm gelirlerimizde de ciddi kayıplar yaşanıyor. Batılı turistler ve İsrailli turistler gelmez oldular. Bunlara bir de Ukrayna krizinin etkisiyle krize giren Rusya’dan gelen turist sayısındaki önemli düşüş de eklenince ciddi bir dış gelir kaybına daha uğradık.

Büyüme Hızı Düştü

Elbette bu dış kaynaklı gelirlerin kaybı kaçınılmaz olarak iç pazarı da olumsuz etkiledi. Ekonomik büyüme hızı düştü. Nitekim İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan da 2015’de ekonomik büyümenin yüzde 2 düzeyinde kalarak 2014’ün altında gerçekleşmesi olasılığına dikkati çekti. Bu olasılığı ekonomik büyüklükte 2010’da dünyada 17. sırada yer alan ülkemizin 2014’te iki basamak gerileyerek 19. sıraya düşmesi gerçeğinin ışığında değerlendirmek gidişatı doğru tahmin etmek açısından yararlı olacaktır.
Bu bağlamda önemle ve öncelikle üzerinde durmaya değer bir başka olgu da sanayi şirketlerinin “esas faaliyet kârı”nın düşmesidir. Örnekse, 2014’te İSO 500’de bu rakamda yüzde 16.4’lük bir düşüş gerçekleşti. Buna karşılık, İSO 500’ün “üretim faaliyeti dışı gelirleri2012’de yüzde 53,4 artarak 9.6 milyar lira oldu. Ertesi yıl bu kâr yüzde 21.5 azalarak 7.5 milyar oldu, fakat 2014’te bu kez yüzde 80,6 artışla 13.6 milyar liraya fırladı. Bunun anlamı: söz konusu şirketlerin “çare”yi finansta, “paradan para kazanmak”ta
bulmaya yönelmiş olmalarıdır. Ancak Erdal Bahçıvan da bunun “uygun” olmadığında hemfikirdir:
“Bizim için esas olan sanayicinin faaliyetinden elde ettiği kârdır. Bu rakamda gerileme olması oldukça düşündürücü. Sanayicilerin kârlılık artışında faaliyet dışı imkânlarının olumlu etkisi oldu. Ancak ana faaliyeti olan sanayiden elde ettiği kârlılığın asla geri plana itilmemesi gerekli.”

Borçlanma Tırmanışta

Kesinlikle haklı. Ne var ki çok önemli bir sorun daha var sanayicilerimizin yüz yüze oldukları: borç / özkaynak oranında borçların artışı anlamında ciddi bir tırmanma gözlemleniyor. Bu oran 2009’da yüzde 97 düzeyinde iken son iki yıldır yüzde 132.4’e yükselmiş bulunuyor. Dünya standardında bu oranın yüzde 70 düzeyinde olduğu göz önünde tutulursa, yüzde 132.4 düzeyindeki oranın “çok yüksek” olduğu açıktır. Özel sektörde bu “dış borç”un, gerçekte, “kendine borç” olduğu duyumu bilinmektedir. Yine de küçümsemeye gelmez olsa gerek…

Makro Ekonominin Hâli

Hane halkı ve girişimcilerden sonra son olarak doğrudan finans düzeyinde makro ekonomi boyutunda hâl ve gidişe eğilelim. En tehlikeli sorun yine dış borçlardır. Onu yurt içi borçlar ve bankaların dışa borçları izlemektedir. Türkiye ekonomisinin en zayıf, en kırılgan yanı bu düzlemlerdedir. Bunlardaki hâl ve gidişe tek tek ve rakamlar düzeyinde bakalım.

Dış Borçlar

Türkiye’nin kamu ve özel sektör olarak dışarıdan alacakları ile dışarı borçları arasındaki net fark, yâni teknik deyişle Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP) Merkez Bankası’nın 2014 sonu verileri itibariyle şöyledir:
2014 sonu itibariyle
Türkiye’nin dışarıdan alacağı 230.1 milyar dolar; dışa yükümlülüğü 661.3 milyar dolardır. Dolayısıyla net borç 431.2 milyar dolardır. Faizi hariç! Hâl budur.   
2002 yılı sonu
itibariyle Türkiye’nin dış borç olarak pozisyon açığı net 85.5 milyar dolardı. Bu açık 2014 sonu itibariyle 431.2 milyar dolara yükseldi. Demek ki AKP’nin tek başına hükümet ettiği (2003 başı-2014 sonu arası) 12 yılda dış borç 345.7 milyar dolar arttı. Gidiş de budur! Dışa borçlanma hep ve hızla artarak sürmektedir. Nitekim 12 yıldaki toplam dış borcu 12’ye böldüğümüzde yıl başına düşen ortalama borçlanma rakamı 28 milyar dolar çıkar. Oysa 2013 yılı sonundan 2014 yılı sonuna dek dış borç 41.2 milyar dolar artmıştır. Bir başka deyişle, “borçlanma gereği” her geçen yıl artış göstermektedir. Bunun sağlık işareti olduğunu kimse iddia edemez. Hele dış ticaret açığı her geçen yıl büsbütün bozulmakta iken!
Bu arada belirtelim ki 2015 yılında ödenmesi gereken kısa vadeli dış borç 133 milyar dolardır. Cari açığın karşılanması için gerekecek dövizi de hesaba katarsak toplamda en az 200 milyar dolar bulmak gerekmektedir! Nasıl olacak bu ve neyin karşılığı, bir başka deyişle karşılığında ne vereceğiz?
Bu gidiş sadece malî, sadece ekonomik olarak değil, siyaseten de Türkiye için ciddi bir tehdit ve tehlike oluşturmaktadır. Rakamlar ortada…

İç Borçlar

Bir başka “fay hattı” da ülke içi borçlardır. Yazımızın başında hane halkının hâl ve gidişini sergilerken dar gelirli vatandaşların geçinmek için bile bankalara borçlanmak zorunda kaldıklarını vurgulamıştık. 2002 yılı sonunda vatandaşların bankalara borcu sadece 6 milyar lira düzeyindeydi. Bugün ise bu borç 350 milyar liraya tırmanmış bulunuyor!
Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre, 2015 Mart sonu itibariyle 2,1 milyon kişi kredi kartı borcunu ödeyemediği için icralık oldu. Ödenemeyen borcun tutarı 5 milyar 600 milyon lira gibi “rekor” bir miktar!
Bu manzara bankalar ve borç denkleminin sadece bir yüzü –vatandaşlar yüzü. Bir de bankalar yüzü var – o da ayrı bir kırılganlık taşıyor, hiç de daha az tehlikeli değil üstelik.
Bu yandaki hâl ve gidişin de ne kadar kırılgan olduğunu Murat Muratoğlu, 20 Şubat 2015’te Sözcü gazetesindeki köşesinde en somut şekilde ortaya serdi. O’nun yazısından özetleyelim:
Bankalar, vatandaşa borç verebilmek için önce vatandaştan “mevduat” olarak para toplar, sonra “kredi” adıyla vatandaşa borç olarak verir. Yalnız rakamlar toplam mevduatın toplam kredilerin çok altında kaldığını gösteriyor. Bankalar açığı yurt dışından borç alarak kapatıyor. Bir başka deyişle, içeride borç veren bankalar da dışarıya borçlu!
Bankalardaki toplam mevduat, 81 il içinde sadece 4 ilde (Zonguldak, Tunceli, Aksaray ve Ankara) alınan toplam kredilerin üstünde. 77 ilimizde ise bankalara yatırılan her 100 liralık mevduata karşılık 352 lira kredi çekilmiş. Banka aradaki farkı dışarıdan borçlanarak karşılamış. Çünkü dördü dışında tüm iller zaten borçlu durumda.
Bir şey daha: bu alınan borçların çok büyük kısmı sonraki yıllar kazanç olarak geri dönecek yatırımlar için alınmıyor. Geçinmek için harcanıyor! Yâni temerrüde düşmek, icraya verilmek… riski hayli yüksek ve gidiş bu yönde!

SONUÇ

Tablo ortada. Bu hâle “iyi” demek mümkün değil. Gidişat ise henüz / hâlâ kötüden daha kötüye doğru. Aktardığımız tüm rakamlar ne yazık ki bunu gösteriyor.
Peki, iflastan, dibe vurmaktan / yere çakılmaktan başka bir olasılık yok mu?
Kanaatimce yok! AKP geldiği gibi gidecek! MHP koalisyona ortak olursa Maliye Bakanlığını da Merkez Bankası eski başkanının şahsında üstlenirse faturayı da bir güzel ödemek durumunda kalır!
MHP yerine CHP gelirse o da bu kez Ecevit’in düştüğü duruma düşer. Önce faturayı öder Kemal Derviş, falan filan. Ama düzelme olmadan erken seçime gidilir. CHP de, aynen 2002 sonundaki DSP gibi silinir gider…
Ekonomi politiğin bu da politik veçhesi!

NAZIM GÜVENÇ
USİAD Bildiren dergisi 86. sayı

Derginin tamamını okumak için tıklayınız