Önce bir tespit yapalım. Avrupa Birliği’ni sınıfsal açıdan acaba irdelediniz mi? Özünde Avrupa Birliği’nin uluslararası şirketlerinin çıkarlarını gözetmek, dünyanın geri kalan kesimini bu şirketlerin çıkarları doğrultusunda denetlemeyi amaçlayan bir örgüt mü acaba?
Amerika Birleşik Devletleri ile ortaklaşa olarak Irak’ı işgal eden, petrol kaynaklarına el koyan şirketlerin başında Avrupalı şirketler yok mu?
Almanlar, İngilizler, İtalyanlar, Polonyalılar Avrupa Birliğinin üyesi değiller mi?
Afrika’da her saniye bebeler ölürken, Avrupalı gıda şirketleri, kimi ürünlerini yakmıyorlar mı?
Ellerinde fazlalık olan süt ürünlerini, tereyağlarını dünyada açlık çeken insanlara hibe etmek varken, hayvanlarına yem olarak vermiyorlar mı?
Üstelik AB’nin merkez ülkeleri ile çevre ülkeleri arasında ayrım yok muydu? Sözü Yunanistan’a getirelim.
Merkez ülkelerin denetimindeki ‘Şirketler Avrupası’nın izlediği rota şu değil miydi? Yunanistan’a (İspanya’ya, Portekiz’e, hatta İtalya’ya) krediler verildi, o kredilerle mallarını pazarladılar, para tükenince yine yeni krediler verdiler. Böylece borçlandırdılar, borçlar katmerlendi, ülke iyiden iyiye AB finans sermayesine bağımlı kılındı.
Komşumuz Yunanistan’da olan buydu. Varolan üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine geçildi. Yunanistan’ın neo-liberal partileri ve sermayesi bunu göremedi. Kabak Yunan halkına patladı ve emekçi halkın satın alma gücü giderek geriledi. Arkasından seçimler oldu. Ve seçimlerde ‘Şirketler Avrupası’nın dediklerine itirazsız boyun eğen ve de küplerini dolduran çürümüş liberal partilere karşı halkın bağrından çıkmış bir itiraz hareketi olan Syriza hükümet oldu.
Syriza, AB’nin finans sermayesine hizmet etmek üzere düzenlenmiş kurallarına itiraz etmek istedi. Bu nedenle AB’nin ve IMF’nin gazabı, şiddetli ve ödünsüz oldu.
Syriza, sisteme direnince sıkıştırıldı ve güvenoyu almak için halkoylaması gitti.
Yunan halkı AB-IMF elebaşılarının dayatmalarına hayır dedi.
Bu ne anlama geliyor?
Hayır, ‘Şirketler Avrupası’ndan ‘Emeğin Avrupası’na geçmek için verilen mücadelenin bir aşaması mı? Bunu zaman gösterecek.
Dilerseniz AB’yi tanımlayan iki temel metinden birisi olan Maastricht Kriterleri’ne özetin özeti bir bakalım:
Maastricht Kriterlerine göre AB’de geçerli olan ekonomi-politika, serbest piyasa ekonomisidir. Üyeler, yasalarını serbest piyasa ekonomisinin önündeki engelleri kaldıracak yönde yeniden düzenlemek zorundadırlar.
Son sözü Stiglitz ile bağlayalım:
“Hedef solcu Syriza’dır.Alacaklıların, talep ettikleri paraya ihtiyacı yoktur. Mesele para değildir. Yunanistan dize getirilmek istenmektedir. Avrupalı liderler, demokrasinin antitezini sahneye konarak solcu Syriza hükümetini bitirmeye çalışmaktadırlar. Birçok ülkede parasal egemenlik, halkın onayı olmadan Avrupa Merkez Bankası’na devredilmiştir.”
Buradan Türkiye için ders çıkartalım mı?
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI