Türkiye, son 3 yıldır ekonomik bakımından ciddi tehlike işaretleri veriyordu. Giderek kötüleşen ekonomi ile 2015’e gelindi. 2015’de ise ekonomideki kırılganlık, dış borç kriz tehlikesi artmış ve reel sektör ciddi bir sıkıntıya girmiş durumda. Bölgemizdeki yangın ekonomimizi olumsuz etkilemeye devam ediyor. 7 Haziran genel seçimleri ise bir siyasi belirsizlik yarattı. Bunun yanında yoğun gelişen terör olayları ekonomimiz üzerinde kara bulutların artmasına ve büyük bir krizin tetikçisi olmaya sebep olacak gibi.
Bu nedenle ekonomi tarihinde gerçekleşen olaylara geri dönüp krizleri ve uygulanan politikaları tekrar hatırlamakta ve gerekli önlemleri bu olaylardan ders çıkararak belirlemekte yarar var. Bu nedenle sebepleri ve çözüm önlemleri bakımından çok önemli yer tutan 2001 krizini yeninden irdelemekte yarar görüyoruz.
2001 KRİZİ ASYA KRİZİNİN SONUCUDUR
2000 Kasım ayında başlayan ve 2001 krizi olarak ekonomi tarihine geçen ekonomik krize yol açan en büyük olaylardan biri 1997’de Doğu Asya’da çıkan ve 1998’de Rusya’da da patlak veren “yükselen piyasalardaki” ekonomik krizdir. Bu kriz Doğu ve Orta Avrupa ile Latin Amerika ekonomilerini direkt etkiledi. Bu kriz metropol ülkeleri fazla etkilemedi. Türkiye’yi de doğrudan etkilemedi. Ama bölgesel kriz olarak başlayan bu krizler daha sonra yükselen piyasaları ve Türkiye’yi de etkilemeye başladı.
Bu krizlerin yol açtığı ilk sonuç, yabancıların riskli piyasalardan çıkarken Türkiye’nin artık dış kredi bulmada giderek zorlanması idi. Dış borç almakta zorlanmanın ödemeler dengesini olumsuz yönde etkileyeceği ortada bir gerçekti. Diğer yandan bu iki yıl yüksek enflasyonla yaşadığımız yıllardı. Bu yapı ile 1998’den 2000’e gelindi.
1999 yılı sonu göstergeler krizin başladığını göstermeye yetiyordu. Ekonomi yüzde 6 küçülmüş, enflasyon yüzde 70’e gelmiş, bütçe açıkları yük olmaya başlamış ve hazine borçlanma senetleri bileşik faizi yüzde 100’ü geçmişti.
IMF GELDİ HOŞ GELDİ
2000 yılında IMF ile bir stand-by anlaşması yapıldı. Bu anlaşmaya göre Türkiye aşağıdaki önlemleri alacaktı:
1-Bütçe açıklarının önlenmesi ve bütçe dışı kamu kesiminde mali disiplin sağlanması için sıkı bir maliye politikası izlenecek
2-Önceden belirlenmiş sürünen sabit kur sistemi uygulanacak.
3-Özelleştirmeler hızlandırılacak
4-Yapısal reformlara derhal başlanacak
PROGRAMIN TEMEL AMACI
Bütçe disiplini sağlanarak vergi gelirlerinin artırılması sağlanacak. Bu sayede Hazine’nin iç borçlanma gereksinmesi azalacak, bu azalma da faizlerin düşmesini sağlayacak ve Hazine’nin faiz yükü düşecekti.
Bu dönemin finansman modeli dış borç ve vergi gelirleri olacaktı. Dış borçlar iç borçların yerine geçecekti.
Programın para politikası ayağında Merkez Bankası’nın döviz girişleri karşılığında piyasaya Türk Lirası vermesi şartı idi. Bu şart bir performans ölçüsü idi. Net iç varlıklara dayalı bir politika izlenmiş olacaktı.
IMF PROGRAMINDAN BEKLENENLER
IMF Programından beklentiler şu idi:
1-Hazine’nin iç borçlanma talebi azalacak.
2-Piyasada fon ihtiyacı olanlar Hazine’ye borç veren bankalardan daha rahat fon temin edecekler.
3-Yurda girecek döviz karşılığında piyasaya çıkarılacak Türk liraları da piyasa için ek fon olanağı yaratacak.
4-Bütün bunlar yapıldığında piyasadaki likidite sorunu aşılmış olacak.
PROGRAMIN ETKİLERİ
IMF programının açıklanması piyasaya ve ekonomi göstergelere olumlu etki yaptı.
1-Ocak 2000’de Hazine iç borçlanma yıllık bileşik faizi yüzde 106’dan yüzde 36’ya düştü.
2-İnterbank gecelik faizleri yüzde 67’den yüzde 34’e düştü.
FAİZLERİN DÜŞMESİ VE ENFLASYON
Faizlerin sert biçimde düşmesi Hazine’nin faiz yükü bakımından olumlu idi; ama enflasyon ne olacaktı? Merkez Bankası’nın enflasyon ile mücadelesinde önemli bir silah olan faiz silahı elinden alınmış gözüküyordu. Buna direnebilir miydi? Hayır siyasetçiler faiz ve rant lobiciliğine kızgın bakıyordu.
Faizlerin bu düşüşü beklenen sonucu yarattı. Enflasyon beklenenden daha az düştü.
Neden?
1-Likidite sıkışmasının rahatlaması sonucuna tüketiciler ertelenmiş tüketim harcamalarını yapmaya başladılar.
2-Bireysel krediler arttı. Bu kredileri alanlar tasarrufu unutup tüketim taleplerini artırdılar.
2000 EKİM SONUNDA EKONOMİK DURUM
Bankalar 2000 sonunda her yıl yaptıkları gibi döviz açık pozisyonlarını azaltma yoluna gittiler. Bu pozisyon alma dövize olan talebi arttırdı ve bu da faizleri biraz yükseltti.
- 2000 yılı için yüzde 6,1-6,5 arasında bir büyümeye gidiyordu.
- Talep canlılığı iç tüketim ve ithalatı artırmıştı.
- Talepteki canlanmaya rağmen enflasyon yüzde 60’dan yüzde 40’a gerilemişti.
- Enflasyondaki düşme beklenenden daha azdı. Çünkü talepteki canlanma bireysel krediler nedeniyle devam ediyordu.
- Bütçenin faiz dışı fazla vermesi artık belli olmuştu.
- Özelleştirmelerden son 15 yılda yapılandan daha fazla gelir bekleniyordu.
- Cari açığın 10 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyordu. Bu tutarlar tehlikeli düzey olarak kabul edilmiyordu.
BANKALARIN TEDİRGİNLİĞİ
Bu dönemde bankacılıkla ilgili yeni düzenlemeler yapıldı. Bu bankaları kaygılandırdı. Bu kaygıyla döviz açık pozisyonlarını kapamada daha saldırgan davranmalarına ve döviz taleplerini artırmaya başladılar. Panik talep diyeceğimiz bu gelişme faizleri yukarı çekmeye başladı.
Faizlerin yükselmesi Hazine’ye borç veren ve varlıkları içinde önemli yer tutan Hazine kâğıtlarında ciddi zarara uğramaya başladılar.
Bazı bankalara TMSF tarafından el koyulacağı söylentisi bankaların kendi aralarındaki kredi hatlarını kapamaya veya çok aza düşürmeye yol açtı.
Bu durum likidite olanaklarını daralttı. Likiditeye ihtiyaç duyan bankalar daha yüksek faizden fon kabul etmeye başladılar.
Bu gelişmeler Hazine kâğıtlarının ikinci el piyasalarında alım-satımını da oldukça azalttı.
Bütün bunlara ilave olarak yabancılar ellerindeki hazine kâğıtlarını hızla satarak Türkiye’den kaçmaya başladılar.
Bu işlemler oldukça faizler yükseldi…
Bankaların yurt dışında ortak olduğu fonlardaki yabancı ortaklar hazine kâğıtlarını satarak çıkmaya başladı. Bu da hazine kâğıtlarının riskini üstlenmede Türk bankalarının yalnız kalması demekti.
Bu nedenle de faizler yükselmeye devam etti.
NE OLUYORDU?
Bankalar likiditeye oldukça sıkışmışlardı. Merkez Bankası IMF’ye verdiği sözü unutarak piyasaya ek likidite vermeye başladı. Ama iş işten geçmişti. Hazine kâğıtlarından en fazla elinde bulunduran banka tüm önlemlere rağmen likidite sorununu aşamadığı için TMSF’ye devredildi. Oysa Merkez Bankası sıfır faizle aldığı fonları yüze 210 faizle bu bankaya likidite vererek sorunu ertelemişti. IMF de 7,5 milyar dolarlık ek rezerv kolaylığı sağlamıştı. Âmâ bu IMF yardımı nedeniyle Merkez Bankası’nın piyasaya likidite vermeyi durdurması sonun başlangıcı oldu.
REEL SEKTÖRÜN ETKİLENMESİ
Gelişen olaylar reel sektörü de etkilemeye başladı. Faizlerin yükselmesi ve dalgalanması talepteki canlılığın birden bire kesilmesine neden oldu. Talepler daralınca reel sektörün satışları düşmeye başladı. Reel sektörde stoklar aşırı biçimde yükseldi.
PEKİ, SİYASET NE DURUMDAYDI?
1998’de Mesut Yılmaz azınlık hükümetinin istifasından sonra 1999-2002 döneminde Türkiye Ecevit başbakanlığında azınlık veya koalisyon hükümetleri tarafından yönetildi.
Ecevit’in DSP’si neoliberalizme teslimiyetçi bir politika izlemeye başladı.1999 sonrası 10 yıllık IMF’li dönem Ecevit ile başladı. IMF/Dünya Bankası vesayetini de yönetecek Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş yapacaktı. Buna da çok iyi başlangıç yaptı ve IMF ve DB uzmanlarınca oluşturulan “15 günde 15 yasa”nın çıkmasını sağlayacaktı.
2001 krizi toplumda mevcut siyasi partilere büyük kızgınlık yaratmıştı. Bu ortamda 2002 genel seçime gidildi ve milli görüşten kopan AKP iktidarına yol açacak ve 2002’den itibaren 2015’e kadar sürecek bir dönemin yaratıcısı oldu.
AKP aslında neoliberal ekonomiyle bütünleşmiş bir parti idi. Bunu da zaten iktidara geldiğinde IMF/DB/Derviş programını aynen uygulayarak kanıtlayacaktı.
SONUÇ
2000 Kasım ayında başlayan ve 2001 krizi olarak anılan finans krizinin büyümesindeki en temel yanlış IMF’nin ekonomimizdeki gelişmelere yanlış teşhis koyması ve Merkez Bankası’nı piyasaya likidite vermekten alıkoyması idi.
Tek cümle ile söyleyebiliriz ki bu kriz iyi yönetilemediğinden ağır sonuçlar yarattı ve bankacılık sistemi ciddi kayıplar verdi.
Bu kriz aslında neoliberal anlayışın devamın sağlamaya da vesile olacaktı. Gerçi AKP 2002 seçimini kazanırken seçim kampanyalarında neoliberal özelliklerini gizlemeyi başararak bu seçimleri kazandı. Ama AKP IMF/Dünya Bankasının vesayetini kabul eden ve neoliberal politikaların savunucusu bir parti yönetiminde ülke 2008-2009 yıllarındaki yeni krize bu parti ile girecekti.
Geldiğimiz şu noktada yeni bir ciddi krizin içinde bulunuyoruz. Terör ve siyasi belirsizlik bu krizi derinleştirerek bir dış borç krizi yaratacak bir etki yaratmış durumda.
Bu krizler bizi şunu göstermeli ki para politikaları ve dış borçlarla krizleri önlemek mümkün değil. Ekonomik yapımızın yapısal anlamda değişmesi ve katma değer yaratan üretim modeline dönmesi gerekli.21.yüzyıl yenileşme yüzyılı. Bu nedenle klasik üretim modelini de inovasyon ile bütünleştirmek şart. Ayrıca sıcak para ve dış borca dayalı bir kalkınmanın olamayacağını da idrak etmeli ve artık akıllı borçlanma yapmalıyız.
Mustafa Pamukoğlu
USİAD Bildiren 87. sayı