Nazım Güvenç yazdı: 2016’da Küresel Ekonomi ve Finans’ta Hâl ve Gidiş Ne Yöne, Nasıl?

USİAD Bildiren

İlkin kuramsal düzeyde bir noktanın altını çizmemiz, daha doğrusu dile getirmemiz farz oldu! Aslında bu dünya çapında böyle de bildiğim kadarıyla pek konu eden olmadı. Adı “kriz kâhini”ne çıkmış olanlar dâhil. Kısaca şu: Ekonominin (ve finansın) hâlini anlatırken / yazarken sorun yok da gidişatını öngörürken, ne zaman ne olacak diye tahmin yürütürken “takvimsel tarih anlamında isabet” ettirmekte ciddi sorun yaşanıyor -hele vade biçerek, tarih vererek bir “kriz”, daha doğrusu “çöküş” kehanetinde bulunulmuşsa!Neden? Kehanette (tahminde, öngörüde) bulunanın beceriksizliği mi? Hayır, onda sekiz değil, emin olun. Sorun başka düzeyde ve kolay kolay çözülürlüğü de yok gibi, en azından şimdilik.

Olay şu: Ekonomist olarak bizler, ekonominin gidişatını çok yakından ve doğruya en yakın verilerle de incelesek, çözümlemeyi nesnel / bilimsel düzlemde gayet doğru da yapsak (ki belli bir düzeyde yurt içinde de, dışında da öyle oluyor konu etmeye değer bulduğumuz sıkı ekonomistler tarafından) “isabet” derecesi büyük çoğunlukla düşük kalıyor –“teşhis” doğru bile olsa! Bir başka deyişle, tarih vererek öngörülen ve ısrarla belirtilen “çöküş” bir türlü gelmiyor! Gerçekleşmiyor! Bir başka sonbahara / kışa kalıyor… “Kriz” ise aynen, hattâ genelde biraz daha ağırlaşarak sürüyor fakat beklenen, arzulanmasa da olacağı öngörülen “çöküş” olmuyor.

Kanaatimce bunun nedeni şu:

Biz ekonomistlerin zamanı hesaplarken kullandığımız “hız” ölçüleri ister istemez gündelik yaşamımızda kullanmaya alışık olduğumuz, şartlanmış olduğumuz ölçüler. Bunun dışına çıkamıyoruz, insanız. Oysa ekonomi ve finansın son çözümlemede bizden özerk, hattâ yer yer ve bir dereceye kadar “bağımsız” denecek derecede kendine özel bir “dinamiği”, dolayısıyla bir “hız”ı var!

Bunun “saat ayarı”, “zaman ölçüsü” bir noktadan sonra yine kendi ölçütlerimizle “isabetli” diyebileceğimiz bir öngörüde bulunmamıza şans tanımayacak derecede farklı ve oynak, değişken! Zira “mekanik” bir dinamizmle değil yer yer epey dinamik bir dinamizmle yüz yüzeyiz.

Eğer “öngörülen çöküş” tarihi ile “gerçekleşme tarihi” isabetli denebilecek bir örtüşme sergilemişse, emin olun, bu “isabetli tahmini” yapan bensem bile yine iddia ederim bu çok büyük ölçüde “rastlantı”dır, “öyle denk gelmiştir”! Ya da artık çöküş 48 saat / 24 saat gibi bir eşiktedir ve o zaman “kehanet” yumurtlanmışsa bu da zaten sayılmaz!

Bu arada, söylememe gerek yoktur belki ama yine de belirteyim ki sözünü ettiğim ekonomi ve finanslar elbette “gerçek” anlamda “serbest” ekonomiler! Kuzey Kore ve az / çok benzerleri ile bazı siyah Afrika ülkeleri gibi olanlar değil.

Bu “giriş taksimi”nden sonra gelelim asıl konumuza: 2016 yılı için ekonomi ve finansta “hâl ve gidiş”e ilişkin durum saptaması yapış ve gidişatın yönüne ilişkin yorum ve öngörüde bulunuş.

Önce küresel boyuttan başlayalım.

“Hâl”i teşhis etmekte sıkıntı çekmeyiz, zira bir “kriz” yaşanmakta olduğu tüm uzmanların kanaati; veriler de bu yönde, gündelik mikro boyutta yüz yüze olduğumuz sıkıntılar da en somut düzeyde bunu gösteriyor. Dolayısıyla “hâl”i tasvirden ziyade tahliline odaklanacağız.

“Temel”deki yapısal ve derin “bozukluğu” yâni “asıl organik kriz”i yeri geldikçe hep işaret ettiğimiz olguyu yine anımsatalım: “Reel ekonomi” [beden] yaşıyor ama finansal olarak “oksijen tüpüne” bağlı ve bağımlı! Üstelik “oksijen” yâni para, resmen ve fiilen “hakiki” değil sahte! Dahası “sahte”likte de aşama kaydetti ve fiilen “sanal” oldu! (“Bit-coin” denen “sanal (elektronik) para birimi” 2009’dan beri devrede! Henüz toplamda aşağı / yukarı 10 milyar dolarlık bir hacmi olduğu için bu yazıda konu etmeyeceğiz.)

“Sahte” derken kast ettiğimiz gayrı-resmî kişilerin bastıkları sahte paralar değil elbette. Düpedüz, resmen Merkez Bankaları tarafından basılan ve karşılığı “gerçek” olmayan, fakat piyasada arz-talep ilişkisi içinde fiilen geçerli sayılan / kabul gören paralar!
Kısaca şöyle:

“Para” olarak kullanılan ve her ülkenin kendi resmî Merkez Bankası tarafından basılan “kâğıt”ların, “metal yuvarlak nesnelerin” geçerli görülmeleri için değerinin “altın” olarak “gerçek” / maddî karşılığının olması gerekirdi. Bu ilke, bu kural yüzyıllarca uygulandı. Uzatmayalım,  ABD yönetimi 15 Ağustos 1971’de Başkan Nixon’ın kararıyla Doların altına çevrinebilirliğine (bir başka deyişle ABD parasının belli bir altına denkliğine) son verildi. Doların değeri küresel düzeyde altından bağımsız olarak arz-talepte kabul görme ölçüsüyle ve tabii ABD’nin politik, ekonomik gücünün etkisiyle belirlenir oldu. Diğer paraların değeri de ona göre hizaya girdi.

Bu durum küreselleşmeye yeniden geçiş ve uluslararası serbest ticaretin yeniden kurumlaşması, daha sonra teknolojinin gelişmesi ve ülkeler arası para transferinin dakikalık bir işlem olması ile daha da ileri gitti; hele “kredi kartları”, “bankamatik”lerin icadıyla büsbütün keskinlik kazandı.

Sonuçta gerek iç, gerekse dış piyasalarda “altın” gibi gerçek, maddî karşılığı olmayan yâni dünyada reel ekonomi ile birebir örtüşmeyen bir finans hacmi oluştu. Bir başka deyişle gerçek anlamda “karşılıksız para” basılır oldu ve bunun miktarı, belirttiğimiz üzere, bankamatiklerin devreye girmesiyle “sanal para” düzeyine çıktı!

Evet, fiilen kabul görüyor, alan razı – veren razı, resmî kurumlar düzeyinde de onaylanmış “resmiyet”e sahip bir durum söz konusu. Lakin bu “ekonomi-politik” bir resmiyet. Oysa bir de “reel ekonomi” denen kurumsal ve ilişkisel yapının da derininde, temelinde “ekonomi” denen bir gerçeklik var ki bu gerçek-dışı / sahte / yapay /  sanal ağırlığı artık taşıyamaz, kaldıramaz noktaya geldiğinde, işte o zaman “asıl / büyük çöküş” baş gösterir. Finansın sahte, sanal, yapay “patlaması”nın yarattığı “oksijen sarhoşluğu”, “oksijen bağımlılığı” bir anda “oksijen tüpü”nü de patlatan patlamanın yıkıcı etkisiyle “tüp bağımlısı” reel ekonomiyi çökertir! Onun çökmesi bu kez “finans kurumları”nı çökertir.

Daha o noktaya gelmedik. Bunun basitçe iki nedeni var:

Biri, başta Çin olmak üzere devreye reel olarak “yeni yükselen ekonomiler” diye anılan ülkelerin çok büyük bir dinamizmle girmiş olmaları.

Diğeri yine Çin’in küresel piyasalara girmesine izin vermesi için ABD’ye “rüşvet” olarak durmadan onun Hazine bonolarını satın alması! Yalnız, bu kez Çin (ve onun da etkisiyle çok sayıda dinamik “yeni yükselen ülke”) ciddi derecede sıkıntıda ve her geçen gün bu hâl ağırlaşıyor. Şunu söyleyebiliriz: Dünyada zaten krizde olan Kuzey ve Batı ülkelerinin yanı sıra Güney ve Doğu ülkeleri de ekonomik krize battıkları ölçüde, işte o zaman, kriz gerçek anlamda küreselleşecek ve o zaman “Dünya ekonomik-finansal Büyük Çöküş”le sarsılacak.

Gidiş o yöne!

Bu ne zaman? Belki yarın, belki yarından da yakın!

Net bir tarih vermek -bugün için- pek mümkün değil…

Ülkeler bazında, somut olarak nasıl bir manzara ile karşı karşıyayız bunu da ikinci bir yazıda sergileyeceğiz. Şimdiki yazı göreceğimiz manzaranın daha iyi anlaşılması, kavranması için gerekli bir “giriş” işlevi gördü.

Nazım Güvenç, Ekonomist
USİAD Bildiren 93. Sayı